Gençlik öyle bir şey olsaydı...

Haberin Devamı

Sapanca mevsimini açtık geçenlerde. Gece yarısı biten çekimden sonra, çekim yaptığımız köşkün bahçesinde yorgun argın otururken “hadi kalkın Sapanca’ya gidelim” fikri bir grup arkadaşıma (ve tabii bana da elbette) şahane geldi birden.

Sabah doğru yola çıktık.

Yol boyu Orhan Gencebay klasiklerinden Sezen Aksu’ya uzanan bir efkâr dumanını takip ederek gün ağarmadan Sapanca’ya ulaştık. Çiyle ıslanmış çimlerin üzerinden geçerken ve sitemizin afacan kurt köpekleri heyecan içinde havlarken arkadaşlarım nereye geldiklerini anlamaya çalışıyorlardı.

Karanlıkta bahçeyi aştık ve eve ulaştık.

***

Bir yazlığın kapısını açmak ne kadar tatlı bir hismiş meğer...

Bütün bir kış kapalı kalmış kapıyı açıp, terasa masayı ve sandalyeleri çıkarmak, salıncağa minderini yerleştirmek, koltukların üzerindeki örtüleri kaldırıp, tozları ve örümcek ağlarını temizlemek nasıl da hoşuna gidebilirmiş insanın meğer...

Yoldan aldığımız ekmekleri kızartıp peynir ve domatesleri tabağa doğrarken bu “eve dönüş”ün aslında “yaza dönüş” olduğunu hissettim.

Demlediğimiz çayın kokusu küçük salona yayılmıştı ki hava yavaş yavaş aydınlanmaya başladı.

Şakalar, dedikodular, esnemeler eşliğinde kahvaltımızı bitirdik.

***

Lise ve üniversite yıllarımı doya doya yaşayamadım ben.

Arkadaşlarımla “gençlik işte” diyebileceğim çılgın anılar paylaşamadım. Hep geleceğe yönelik kaygılar içinde, yaşından daha büyük duruşlar edinmiş erken mutsuz çocuklardan biriydim. Ne arkadaşlarımla birinin evinde toplaşıp sabahlara kadar gırgır yapabildim, ne kahvede okey oynadım dersten kaçıp ne de ateş yakılıp etrafında gitar çalınan tatillere çıkabildim.

Ben kendimi bildim bileli hep çalıştım.

“Sorumluluklarımın demir bilinci”nden çıkamadım hiç.

Hep hedefler oldu önümde, aşılması gereken, atlanması gereken, yetişilmesi gereken...

Bu yüzden belki de yaş alıyor olmak, bir daha genç olmayacağımızı idrak etmek ürkütücü geliyor...

***

Gözlerinden uyku akan arkadaşlarıma yatacakları yerleri hazırlarken, az önce sanki on üç yaşındaymış gibi güldüğümüzü fark ettim. Hepimizde aynı çocuk kahkahası, liseli kız heyecanı, üniversiteli delikanlı parlaması saklıydı...

Yastığa başımı gömdüğümde Türkiye’de kim gençliğini doya doya yaşadı ki diye düşündüm. Keşke dersten kaçıp okey oynamakla, bir kamp ateşinin etrafında Yeni Türkü şarkıları söylemekle genç olunabilseydi...

Keşke sevdanın en çok bu yaşlara yaraştığını, dokunmanın ürpertici mutluluğunu, zamanın iadesiz bir taahhüt olduğunu, bütün taahhütlerin de birer varsayımdan öteye geçmeme ihtimali barındırdığını, hayatın kısa sanatın sonsuz olduğunu anlatsaydı birileri...

Öpüşmeyi yasaklamasa, gençlerin hayatına dikiz pencerelerini kapasalardı..

Keşke yaşımızdan büyük duruşlar uygun görülmeseyedi hiçbirimize...

Dünün gençlerine de bugünkülere de...

DİĞER YENİ YAZILAR