Derdini anlatamayan devlet

Seçimden hemen sonra Çözüm Süreci’nin sona erdiğini açıklayan PKK’nın “ateşkesi” bitirdiğini ve “devrimci halk savaşı” başlattığını ilan ederek giriştiği terör eylemleri konusunda özellikle dışarıda yazılıp çizilenleri, konuşulup söylenenleri izleyenler bazen saçlarını başlarını yolacak raddeye geliyorlar. Çünkü her şey hepimizin gözü önünde gerçekleştiği halde olup biteni ters yüz ederek yapılan yorumlar ve değerlendirmeler vicdan taşıyan insanlar için tahammül edilebilir gibi değil.

Ne var ki Türkiye’nin PKK terörüyle mücadelesine ilişkin olarak Batılı yayın organlarında çıkan haksız ve tarafgir yazıları ben yine de soğukkanlılıkla ve farklı bir açıdan değerlendirmek taraftarıyım. Daha önce de yazdım bunu: ABD veya İngiltere gibi ülkelerdeki yayın organlarının Türkiye’ye ilişkin yaklaşımlarında elbette kendi devlet ve hükümetlerinin benimsemiş olduğu politikalar etkili... Ama bu yayınları “sahibinin sesi” diye yaftalayıp geçmek yanlış olur. Bırakın önümüzdeki problemin çözülmesini, böyle kolaycı bir yaklaşım söz konusu problemin ne olduğunu anlamamıza bile izin vermez.
Beğensek de beğenmesek de, demokrasinin iyi kötü işlediği kapitalist toplumlarda medya kuruluşları özerk bir alana sahipler. İkincisi, siyasi iktidarların birçok konuda kemikleşmiş veya donmuş yaklaşımları olmadığı gibi, belirli problemlerin çözümü konusunda farklı yolların kullanılmasını savunan farklı kanatlar da olabiliyor devlet içinde. Mesela ABD’de dışişlerinin çözüm önerisi söz gelimi savunma sektöründen veya istihbarat bürokrasisinden farklı olabiliyor. Çünkü sadece kurumlar arasındaki ihtilafların değil, bu kurumların kendi içlerindeki fikir ayrılıklarının da toplumda karşılıkları var. Bir kısmı düpedüz bazı zümreler arasındaki çıkar ayrışmalarına, bir kısmı ideolojik tutumlara, bir bölümü de başka toplumsal bölünmelere dayanan bu farklı yaklaşımların tabiatıyla medya organlarında da yansımaları görülüyor.
Peki, Türkiye konusundaki haber ve yorumlarda neden bu çeşitlilik neredeyse hiç yok? Öncelikle bunların batıda üretilmiş olmaktan ziyade Türkiye’deki muhalif kesimlerin dolaşıma sürdüğü iddialara dayandığını görmek gerekir. Haddizatında uluslararası haber networkünün Türkiye ayağında kimlerin etkin olduğu önemsiz bir konu değil. Birkaç hafta önce bunu yazmıştım: “Batı basınındaki Türkiye veya Ortadoğu muhabirlerinin çoğu gibi, bu kurumların Türkçe servislerinde görev yapan Türk kökenli gazetecilerin kahir ekseriyeti de sol kökenlidir. Hatta bir kısmı bulundukları ülkelere siyasi mülteci olarak sığınmıştır. Bunların bakış açısı da malum.”
Öte yandan, batı kamuoyunun genelinde Türkiye’nin bir sevgi nesnesi olmadığı malum. Son dönemde Erdoğan ve AK Parti hareketinin de batı dünyasında giderek sempati kaybettiği ortada. İdeolojik-politik takıntılar da devreye girince bugünkü tablonun oluşması kaçınılmaz... Ama öteden beri Türkiye’ye yönelik yaklaşımı sıcak olan veya hiç değilse objektif gerçeği arayan kalemler de var batı basınında. Maalesef onların da sesini soluğunu duymuyoruz bu dönemde. Çünkü PKK propagandasına muadil bir enformasyon akışı sağlayamıyoruz devlet olarak.
Demek ki problemin hiç değilse bir bölümü bizde. Tamam, bizi sevmiyorlar. Ama biz de derdimizi dünyaya anlatmak için gereken her şeyi yapabiliyor muyuz? Mesela The New York Times’da haftada üç kere Türkiye aleyhinde bir yorum çıkıyorsa hiç değilse haftada bir kere de objektif bir yorumun yayınlanmasını sağlamak imkânsız mı?
Nazım Hikmet’in şiirini tornistan ederek söyleyecek olursak, “kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor ama kabahatın çoğu senin, canım devletim!”

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR