Elde var hüzün!

Dün sabah gelen telefonlar hep aynı mesajı taşıyordu: "Attilâ İlhan'ı kaybettik!" Sarsıldım. Ama aynı anda 80 yaşında dingin bir ölümle aramızdan ayrılışıyla teselli buldum, içimden saygıyla eğildim

Haberin Devamı

Dün sabah gelen telefonlar hep aynı mesajı taşıyordu: "Attilâ İlhan'ı kaybettik!"

Sarsıldım.

Ama aynı anda 80 yaşında dingin bir ölümle aramızdan ayrılışıyla teselli buldum, içimden saygıyla eğildim.

Nur içinde yatsın!

Varlığıyla aramızdan ayrıldı ama içimizdeki Attilâ İlhan'ın "kaybolması" mümkün mü?

Kimbilir kaç kuşağın okur yazarında Attilâ İlhan mısraları hayat bulmuş, iz bırakmıştır!

O izler silinir, silinebilir mi hiç?

Zamanında "boynumuza yeşil bir fular takıp gece trenlerine binmişliğimizi"; "yirmi bir buçukta Alkazar Sineması'nda kötü seyirci" olduğumuz günleri nasıl silip atamazsak hayatımızdan, Attilâ İlhan ülkesini de içimizdeki atlastan kazıyıp çıkartamayız...

***

Çoklarınca ezbere bilinen şiirlerine göre biraz kıyıda köşede kalmış "Nasıl Olduysa..." adlı bir şiiri vardır Attilâ İlhan'ın.

Daha yakın dönemlere aittir. Sanki oturup kendi kendine sormuştur: "Ey Attilâ, ey Kaptan, nasıl oldu da bu ömür böyle geçti? Bu serüven nerede, nasıl başladı?" diye.

Sonra da oturup şunları yazmıştır sanki.

"Sahi ben ne hırçın bir çocuktum

ele avuca sığmaz aklı fikri şiirde

mısra mısra başımı belaya soktum

İzmir cezaevi dokuz yüz kırk bir'de

kaşla göz arası liseden kovuldum



inanmakta geç sevmekte çabuktum

bazen yaşadıklarım aklıma gelir de

kaç kere umutsuzluğun yolunu tuttum

istenmeyen adam hemen her devirde

hemen her devirde ateşten bir buluttum"

Şiirin son mısraı da şöyledir:

"Binlerce umuttan belki bir umuttum"

***

Şimdi önümde klavye bunları yazmaya çalışırken belleğim 1980'lerin sonlarına uzanıyor. Attilâ İlhan'ın, nam-ı diğer Kaptan'ın Nokta Dergisi danışmanlığı yaptığı günler aklıma geliyor.

Oturup tatlı tatlı ve sinematografik bir anlatımla konuşmaya başladı mı, işimizi gücümüzü unutur, dinlerdik.

İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru Hindiçin'de İngilizlerle Japonların amansız kapışmasının Amerikalılarca yazılmış savaş tarihinde göz ardı edildiğinden Hollywood yıldızlarının biseksüel dünyasına; kendisinin Yeşilçam anılarından 20. Yüzyıl başı Viyana'sına çok geniş bir alanda koştururdu sohbetin atlarını...

Arada da bana, Sefa Kaplan'a, Sinan Hıncal'a bakıp kıs kıs gülerdi. Bir gün baklayı ağzından çıkardı: "Şu Ercan Arıklı alem adam, filozof olacak kim varsa toplamış, zorla gazeteci yapmaya çalışıyor!"

***

Ne yapmalı şimdi?

20'li yaşlarımın eş dostunu toplayıp bir gece yapmalı mı?

O zamanlar Ertuğrul Sitesi'nin 7. katındaki dairede neredeyse her akşam yaptığımız gibi; yüksek sesle Attilâ İlhan şiirleri okusak birbirimize yine...

Camlarda elektrik mavisi şimşekler çaksa yine...

"Vurdun kanıma girdin itirazım var" diye bağırsak...

Uzaklarda gün görmüş köpekler havlasa...

Garın ordan, beklenmedik bir tren düdüğü duyulsa, ürpersek; yine "büyük yolların haydudu olmayı" becerebilsek...

Ama şimdi...

Şimdi "elde var hüzün."

Pakistan depremine ilgi konusu
Geçen gün yazdıklarımı hatırlayacaksınız. Pakistan'ı yıkan deprem özellikle cumartesi günü televizyonlarımızın haber merkezlerinde Katrina ve Rita kasırgalarının uyandırdığı ilginin onda birini bile uyandıramadı, demiştim.

Esas vurgulamak istediğim, medyaya yansıyan toplumsal zihniyetimiz ve duygusal karakterimizdi.

ABD ve Avrupa dışında dünya yansa umurunda olmayan insanlar olup çıkmıştık! Ama iş lafa gelince mangalda kül bırakmıyorduk: Türkiye İslam dünyasına örnek olacaktır, Pakistan dost ve kardeş ülkedir vesaire vesaire...

CNNTürk Genel Yayın Yönetmeni sevgili arkadaşım Ferhat Boratav bir e-mektup gönderdi. Depremin ajanslara düştüğü andan başlayarak "fiziki mesafe ve iletişim zorluklarına rağmen" olaya çok yakın ilgi gösterdiklerini örnekleriyle anlatıyordu Ferhat...

Ve daha ilk gün 7 saatlik özel yayın yapanların hakkının teslim edilmesi gerektiğini belirtiyordu.

Doğrusu, sonuna kadar inandığım bir fikri ve yaşantıladığım gerçeği okura anlatmak için kolay ve santimantal biçimde olguları saptırmış biri gibi algılanmayı istemem. Asla!..

O yüzden CNNTürk'ün hakkını hiç değilse bugün, yine aynı köşede vermek boynumun borcu olsun!

Fakat asıl hassas nokta da tam orada işte!

Ben o gün çeşitli kanalları dolaşarak ama sürekli ekran başında geçirdim. Maç yayın saati hariç.

Ve düz deprem haberleri (ki onlar da hak ettiğinden az geldi bana) hariç merhamet ve acıyı paylaşma duygusu yaratacak ve dehşetin boyutlarını sezdirecek bir yayın yaklaşımı görmedim, izlemedim, hissetmedim.

DİĞER YENİ YAZILAR