Zamanla Alaçatı bozulur mu?

Haberin Devamı

Ege turizmi 2000’li yıllarda ilginç bir gelişmeye tanık oldu.

Beton canavarının istilasına uğrayan Kuşadası’nın yıldızı söndü. Çeşme ise İzmirlilerin hafta sonu sayfiyesi olmakla eğlence ve termal turizminin merkezi olmak arasında kararsız kaldı, durakladı.

İşte o sırada iki “köy” birdenbire sahneye çıktı.

Şirince ve Alaçatı.

Yolculuklarında ve tatillerinde daha özgün bir şeyler arayanların gözdesi oldu iki köy.

Küçük Oteller Kitabı’nın 141. sayfasındaki şu satırlar gerçeği anlatıyor: “Yerden mantar biter gibi oteller, pansiyonlar, restoranlar fışkırdı. Pabucu dama atılan Çeşme ve Selçuk’un esnafı isyanlar etti. İki köyden Alaçatı daha ‘rafine’, daha ‘şehirli’ bir çizgiye yönelirken, Şirince’nin gitgide ucuz bir panayır yerine dönüşmesi ihtimali bizi korkutuyor.”

***

Geçen gün bir arkadaşım sordu: “Şirince’nin nesini, Alaçatı’nın nesini seviyorsun, bir çırpıda söyleyebilir misin?” diye...

Cevabım açıktı, hiç duraksamadım...

Şirince’nin (hele bahar mevsiminde) yoluna ve peyzajına âşığım.

Alaçatı’nın ise kendisine...

Yani Alaçatı’da bulunmayı, yaşamayı, hatta bazen dört duvar arasından çıkmadan Alaçatı’da olduğunu bilme halimi seviyorum. (Tabii ben bir bütün olarak Çeşme’yi seviyorum, Dalyan’ıyla, Çiftlikköyü’yle, Ildırı’sıyla; bunu belirteyim.)

Neden peki?

Bilmiyorum: Gönül bilmez, sever ya, onun gibi bir şey.

***

Tatil kasabalarına gönül verdiğimizde hemen kafamızı kurcalayan şey nedir?

Her şey bozuluyor, burası da bozulacak mı, endişesi...

Değil mi?

Bu garip bir paradigmadır. Ülkeye bakarken her türlü gelişmeyi iyiye yoranlar bile konu bir turizm yöresi, bir tatil kasabası olunca alttan alta gelişmeden, yöresel kalkınmadan, sermaye birikiminden korkmaya başlarlar.

Bu korkuda haklılık payı vardır elbette.

Ama işe başlarken kasasında güç bela birkaç yüz bin dolar olan bir belediye başkanı kısa sürede 10 milyon dolarlık bir bütçenin sahibi olursa, ona korku içinde “dur, kıpırdama, hiçbir şey yapma” demek saçmalıktır, haksızlıktır.

***

Hem oraya akın edeceksin...

Hem yerli halkın evini, dükkânını satın alacak, kendini ve onları yeni ticaret yollarına doğru iteceksin...

Hem de “zaman geçtikçe her şey bozuluyor” diye ağlaşacaksın!

Sen otel, dükkân, restoran, ev yapacaksın, başkaları da aynı şeye heveslendiğinde korkudan öleceksin, keyfin kaçacak...

Açık söylüyorum: Bu, bencil ve mızmız bir tavır!

Bu hassasiyetin samimiyet miktarı ne yazık ki pek az!

Zembereği bir kere boşaltacaksın, sonra da eyvah deyip saati durdurmaya çalışacaksın!

E, kolay olmaz tabii!

***

Alaçatı ve benzeri yerler için temel hassasiyet, merkezi planlamanın titiz ve kararlı olmasıdır.

İşin özü de ölçüdür.

Belediyeler güzelliğin de verimli ekonominin de bir ölçüsü olduğunu bilmek ve ölçüyü koyup korumak zorunda.

Alaçatı Belediyesi bugüne kadar ölçü koyma ve uygulama konusunda başarılı oldu.

Ancak artık bu işin “ama”sı var...

Neden mi?

Anlatayım...

Misal bu ya, özenle inşa edilmiş ya da restore edilmiş beş bin taş ev güzeldir. On beş bin taş ev belki idare eder ama otuz bin taş ev estetik ve ekonomik felakettir!

Ya da şu örneği vereyim.

Trafiğe kapalı sokaklar kadar trafiğe açık ve alçakgönüllü caddeler Alaçatı’nın “ruh”una uygundur ama kasabanın etrafını geniş bulvarlarla ördünüz mü, her şey değişir!

Ne ruh kalır ne de beden!

Çünkü bulvar kendi yapılaşma sistemini, kendi yaşam biçimini getirir; karşı koyamazsınız!

Geriye Alaçatı’nın sadece “çatı”sının kaldığını fark ettiğinizde geç olur!

*****

NOT DEFTERİ

Yine vurgulayayım: İnce tabanlı bir tava hiçbir işe yaramaz. Bakırla lehimlenmiş, bakireler tarafından elle ovulmuş ya da radara yakalanmayan bombardıman uçaklarının malzemesinden yapılmış olmaları umurumda değil. Kararmış sosları, kömüre dönüşmüş tavukları, tavanın dibine yapışmış makarnaları, yanmış ekmek kırıntılarını seviyorsanız hiç durmayın. Doğru dürüst bir sote tavası, birinin kafasına indirildi mi ciddi beyin hasarı verebilmelidir. (MUTFAK SIRLARI, Anthony Bourdain)

DİĞER YENİ YAZILAR