Yalnızlık... Senden eski, benden biri!

Haberin Devamı

Belki de sıradan genellemeler gerçeğin ta kendisi! Belki de birçok şey bu kadar basit aslında!

Mesela...

Galiba...

İnsanlar ikiye ayrılıyor temelde...

Yalnız kalamayanlar ve yalnız kalabilenler.

Hep yalnızlıktan kaçanlar ve hep yalnızlığa kaçanlar.

Yalnızlığından gizliden gizliye nefret edenler ve gizli gizli yalnızlığı özleyenler.

Şu ömrümde hem yaşayarak hem de okuyup kavrayarak öğrendiğim o ki...

Bu ayrım aynı insanda zaman zaman görülen iki ayrı ruh hali falan değil.

İki farklı kişilik bu.

Ya öylesin, ya böyle!

***


Nereden geldim buraya?

Bir perşembe günü, Vatan’ın bir sayfasında, neden birdenbire yalnızlık konusuna girdin, diyeceksiniz...

Son zamanlarda yazılarımda ve televizyondaki bir iki programda yalnızlığın tatlarından ve yalnızkenki halimden hoşnut oluşumdan sanırım çok söz ettim.

Şimdi nereye gitsem, bana gönderilmiş hangi e-mektubu okusam “yalnızlık”tan söz açılıyor.

Ama yavaş yavaş fark ediyorum ki, herkes başka bir tarafından tutuyor yalnızlığı. Galiba hepimiz hayat karşısında o kadar körüz ki yalnızlığı da tuttuğumuz yerinden tanıyor, öyle tarif ediyoruz.

Bu bakımdan, yani yalnızlığı yüceltenlerden biri olarak birkaç şey daha söylemem, bazı yanlış anlamaları önlemem gerek diye düşünüyorum.

***


Bir... Yalnızlığa mahkûm olmak ya da mahkûm bırakılmak “yalnız olmak” değildir. Asla karıştırılmamalı.

İki... Başkalarıyla birlikte olmayı sevmiyorsan yalnızlığının değerini bilemezsin.

Üç... İncinmiş, çizik yemiş hassas ruhların nekahet için kuytulara kaçmaları başkadır, insanın kendi yalnızlığıyla dost olması başkadır.

Dört... Penceresi açık olmayan, içeri güneş sızmayan bir oda “hücre”dir; yalnızlığın sarayı değil. Hayat korkusuna yenilenleri yalnızlık düşkünleri sanmayın!

Beş... Yalnızlığın saltanatı sokaklarda, kalabalık meydanlarda sürülür. Ha... Bir de sessiz taraçalarda, alçakgönüllü balkonlarda ve (Nietzsche’ye selam olsun) soğuk, ıssız tepelerde yaşanır.

***


Bunları düşündüğüm bir gece...

Saat tam 01.03’te...

E-mektuplarımı da okuyabildiğim cep telefonum birdenbire titremeye başladı.

Baktım. Beni tatlı yalnızlığımdan çıkartıp başka güzelliklere taşıyıveren bir mektup...

İçinde Pinhani’nin son albümünde yer alan “Yalnızlık” şarkısının sözleri var.

Muhteşem sözler!

Sorun hiç entelektüelleştirmeden, laf kalabalığına getirmeden, tümüyle gündelik hayattan kalkarak nasıl bu kadar iyi anlatılır!

Şarkının sadece iki “dörtlüğü” nü buraya alıyorum. Demek istediğimi anlıyacaksınız.

“Çocukken ben oynardım kendimle

Yalnızlıkla hayaller peşinde

Simdi senle beraber olsak da

Ben yalnızım yalnızlık özümde

Bu yalnızlık içime işlemiş

Çıkartamazsın çünkü o senden eski

Bu yalnızlık içime işlemiş

Çıkartamazsın çünkü o benden biri...”


***



Okur diyor ki!

Kamu tersanelerinden özel tersanelere!

Sevgili Haşmet!

Tuzla tersaneleri ile ilgili duyarlı yazınızı okudum. Uzun yıllardır denizcilik sektöründe olan biri olarak dikkatinizi başka bir noktaya çekmek istiyorum. Haliç, Camialtı, Pendik, İstinye ve Alaybey...

Bunlar size kamu tersanelerini hatırlatıyor değil mi?

Peki buralarda iş kazasında ölen işçi diye bir şey hatırlıyor musunuz?

Ben yaralanma olayı hatırlıyorum ama ölüm değil.

Neden peki? Açıklayayım.

Bizim tersanelerimizde ‘İş Güvenliği’ diye bir servis vardı ki, çalışma öncesinde işçilerin çalışacakları iş, ortam konusunda karar verir, işçiler de bundan sonra işbaşı yaparlardı.

İşçilerin tümü meslek lisesi mezunu olup, branşlarında uzmandılar. Çalışma saatleri kölelik düzeniyle değil, iş kanunlarıyla belirleniyordu.

Ölmemek ve öldürmemek için bu kadarcık insani kurallar yeter de artar bile... Saygılarımla... (Hüseyin E.)

DİĞER YENİ YAZILAR