Tuzla’daki ölümler karşısında siyasetin pejmürdeliği

Haberin Devamı

İkide bir Tayyip Erdoğan’dan, Deniz Baykal’dan, Anayasa Mahkemesi’nden, türbandan, laiklikten, Tuncay Özkan’dan, DTP’den, 1 Mayıs’tan söz etmeyi en esaslı anlamıyla siyasetten söz etmek sanıyorlar...

Ya öyle yutturuyorlar ya da gerçekten kendilerini de kandırıyorlar.

Yanlış çünkü.

Çok yanlış!

Kendi evindeki şiddetin baş aktörünün, 1 Mayıs’ta Taksim’deki şiddete, doğru anlayıp karşı çıkması, o şiddeti çözmesi mümkün mü?

Başı açık sokaklarda dolaşan ama kafasının içi ölünceye kadar tümüyle kapalı kalan birinin baş örtüsü sorununu doğru kavraması ve çözmesi olacak şey mi?

Kendi hayatında sevdiklerinin özgürlüğünü çalarak mutlu olan birinin ülke çapında fikir özgürlüğünden yana samimi tavır koyacağına inanır mısınız?

Bilelim ki kendi mikro hayatlarımızda nasıl yeniliyorsak, Ankara’da da öyle yeniliyoruz!

Bilelim ki, Tuzla tersanelerinde son sekiz ayda 18 bin iş kazası meydana gelmiş, 20’ye yakın işçi hayatını kaybetmişse...

Ülkenin siyasal-ekonomik iktidar odakları ve iş düzeni bu rezilliği kökünden durduramamışsa, hatta umursamamışsa...

Ülkenin tamamında insanların siyaseti bahane ederek birbirini boğazlamak için fırsat kolluyor olmasının şaşırtıcı bir yanı yok!

***

Kesin kararlıyım artık!

Tuzla tersanelerindeki bu kanlı, bu ölümcül skandal son bulmadıkça, bunun için en azından ciddi bir çaba gösterilmedikçe Ankara’daki siyasal aktörlerin sahneye koydukları berbat “tiyatro”ya göz ucuyla bakacağım.

Ülkenin parlak geleceği hakkında atılan nutukların tek bir kelimesi bile ikna etmeyecek beni.

Bunu çözemeyen bir toplumun büyük laflar, büyük tartışmalar peşinde koşmasının ucuz bir siyasal rant kavgasından öteye gitmeyeceğini haykıracağım sürekli!

Çünkü ölümler durmuyor.

Her ay ikişer, üçer ölüyor insanlar!

Zor buldukları işlerini kaybetmemek için her türlü kötü koşulu kabul etmenin bedelini çok pahalıya ödüyorlar.

Ve hâlâ aynı pişkin yöneticiler çalışıyor tersanelerde.

Hâlâ aynı işveren kafası!

Hâlâ aynı ihmalkârlık!

***

Geçen ağustos ayıydı, hatırlıyorum.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, 20 yılda 80 küsur işçinin öldüğü, binlerce işçinin yaralanıp sakat kaldığı tersaneleri ziyaret etmiş sonra “bunu el birliğiyle çözmek boynumuzun borcudur” demiş ve şöyle devam etmişti: “Sorun işverendeyse acıyan namerttir, sorun hükümetteyse ve üzerine eleştiriyi almıyorsa o da namerttir.”

Sonra ne oldu?

Hiç!

İş kazaları ve ölümler devam etti.

24 yaşındaki Hasan oksijen tüpü patlaması nedeniyle; Onur, duman zehirlenmesinden öldü.

Önceki gün, 24 saat içinde iki ölüm daha: 25 yaşındaki Deniz, üzerine sac levhanın düşmesiyle, Murat da kendisi çalıştığı iskeleden güverteye düşerek hayatını kaybetti.

Mikail, Onur, Metin, Cevat, Murat, Deniz ve ötekiler...

Öldüler. Ölüyorlar.

9 ayda 23 işçi öldü!

İş ortamına ve bir de o artık kahredici nitelik kazanan istatistiklere bakarsak...

“Öldürüldüler” demek de yanlış kaçmaz!

***

Söyleyin bana...

Bu sorunun üzerine hak ettiği biçimde gidip çözmeyen bir iktidar, bir muhalefet ve sendikalarından medyasına bütün kurumlarıyla koca bir toplum, daha büyük sorunları çözebilir mi?

“Çözerim” denirse, inanır mısınız?

Şunu kabul edelim artık...

Tuzla tersaneleri bir ayna tutuyor bu topluma.

Bu aynada güncel siyaset aktörlerimizin yaldızı sapır sapır dökülüyor!

Ve gerçeğin pejmürdeliği ortaya çıkıyor.

*****

NOT DEFTERİ

Neo-con’ların ahbap çavuş kapitalizmini durdurmak zordur. Kızılhaç’ı da Drakula’ya satar bunlar!

***

Modern tıp bir tuhaf artık! Hastalığı bulmadan ilacını buluyorlar.

***

Sorun şu ki, fikirlerinden çok emin olanlar daima en ahmakça fikirleri öne sürerler.

***

Katolik kilisesinde ibadetle operet birbirinden çok ince bir çizgiyle ayrılıyor.

(Keskin siyasal bakışı ve diliyle sivrilen Amerikalı stand-up ustası BILL MAHER’in bir şovunu izlerken aldığım notlar.)

DİĞER YENİ YAZILAR