Özgürlükçülük salaklıktır, gücü ve güzelliği oradadır!

Haberin Devamı

Doğan Haber Ajansı’nın geçtiği bir fotoğraf pek ilgi çekti medyada. ODTÜ’lü sosyalist bir delikanlı üniversitelerde türban yasağının kalkmasına karşı çıkarak pankart açmış: “Özgürlükçüyüz ama salak değiliz.”

Bir süredir bazı sosyalist-komünist grupların gözde sloganı bu.

Fotoğrafa bakarken ister istemez tıpkı o delikanlı gibi üniversite öğrencisi olduğum yılları hatırladım.

Dünyada ve Türkiye’de dönen bütün dolapları bildiğime inandığım, iktidarların bizleri salak yerine koymasına asla tahammül edemediğimiz yılları...

O yılların sosyalistlerini...

Gerek seçimle gerekse darbeyle gelen bütün iktidarların bu argümanı kullanarak; yani “elbette biz de özgürlükçüyüz ama ülkenin kaosa sokulmasına izin verecek kadar salak değiliz” diyerek önce sosyalistleri susturup ezdiklerini hatırladım...

***


Şimdi burada türban tartışmasına girip söyleyeceklerimin güncel kakofoni içinde kaybolmasını istemiyorum.

Siyasal özgürlükçülüğün nasıl mümkün olabileceğinden söz etmek istiyorum sadece...

İlle de “özgürlükçü” olunacak diye bir siyasal felsefe şartı yok!

Her siyasal çizgi hak ve özgürlükleri savunacak diye bir şey de yok!

Ama “özgürlükçüyüm” diyenlerin bu delikanlının elindeki pankarta gaz vermeden önce bir durup düşünmeleri gerekir.

Nedir özgürlükçülük?

Ahmet’e ayrı, Necla’ya ayrı yaklaşmak olabilir mi?

Nedir özgürlükçülük?

“Sen benim özgürlüğümü vermezsen ben de senin özgürlüğünü kazanmandan yana olmam” tavrını gerekçelendirmek olabilir mi?

Yoksa özgürlükçülük dedikleri, haydi itiraf edelim, şık ve “çağdaş” bir görünümden; belli bir sosyal çevrenin “biz bize geçinip gitmesi” nden mi ibarettir?

Mutlaka uyanık bir zekâ mıdır özgürlükçülük?

***


Nasıl bir muhafazakâr, milliyetçi veya sosyal demokrat için şart değilse özgürlükçülük, hatta çoğu zaman bundan uzak kalmak anlamına geliyorsa, sosyalistler için de aynı şey geçerli. Sosyalizmin tarihine şöyle bir göz atmak, bunu anlamaya yeter!

Ancak ille de “Özgürlükçüyüz” diyorsanız ve samimiyseniz, bunun temel bir şartı vardır.

Hiç uzatmadan söyleyeyim ODTÜ’lü kardeşim.

Bu şart...

Salaklık dediğin şeydir.

Ki senin salaklık, aptallık sandığın şey, halkın dilinde “abdal” lıktır.

Yani gerektiğinde kalabalığın “akıl ve mantığı” ndan vazgeçebilmektir. Bu cesareti göstermektir.

Çünkü özgürlükçülüğün şartı başarıyı ve iktidarı değil, yalnızca adaleti istemektir.

Kaybetmekten korkarak özgürlükçü olunduğu nerede görülmüş öğrenci kardeşim!

“O özgürlüğü değil bu özgürlüğü isterim” diyerek ve aldatılmaktan korkarak kazanılmış tek bir özgürlük göstersene tarihte bana!..

Pappa al pomodoro

Dünkü “Haftanın Tatları” listesinde “Pappa alla pomodoro” diye bir isim geçiyor ki, yanlış! “Alla” değil, “al” olması gerekiyordu; hızlı yazıp hızlı okurken gözümden kaçmış. Özür dilerim.

Tabii madem bu ünlü Toskana yemeğinden (bir tür çorba) söz ettik, tarifini koymak farz oldu.

Malzemesi şöyle:

Birkaç dilim bayat ekmek.

İki kutu küp domates.

Dört diş sarımsak.

Bir pırasanın beyaz kısmı.

Bir tutam kereviz sapı.

Bir tutam taze fesleğen.

Bir çay bardağı sızma zeytinyağı.

Az miktarda acı pul biber.

İncecik doğranan pırasa ve sarımsaklar biraz pul biberle zeytinyağında şöyle bir çevrilir. Sarımsakların rengi değiştiğinde ve pırasa koyu sarı renk aldığında domatesler ve bir tutam kereviz sapı eklenir. Biraz tuz da serpildikten sonra domatesler iyice yumuşayıp ezilinceye kadar karıştırılır.

Domatesler püre haline yaklaştığında fırında hafifçe kızartılmış bayat ekmekler küçük parçalar halinde kesilip karışıma katılır. Gereken miktarda su (istenirse sebze veya et suyu) eklenir. Ekmekler de yumuşadığında ocak kapatılır. Taze fesleğen serpilir.

Afiyet olsun!

(Bu çorba istenirse soğuk olarak ve tabaklarda üzerine biraz daha pul biber serpilip zeytinyağı gezdirilerek servis edilebilir.)


DİĞER YENİ YAZILAR