Bir sergi, bir yazar, bir ölüm ve keder

Haberin Devamı

Beni kim hatırlarsa gülümseyecektir” diye yazıyordu bir mektubunda Sabahattin Ali...

“Şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da sevdiklerim arasında hayattan korkan, yeis içinde olanlar bulunursa, onlara elimden geldiği kadar teselli ve cesaret vereceğim, onları felaketime karşı gülmeye sevk edeceğim. Hiç kimse benim dünyada en çok gözyaşı dökenlerden, cesaret ve neşesi az olanlardan biri olduğumu tahmin etmeyecektir.”

Mektup 23 Ağustos 1933 tarihliydi.

Sinop Cezaevi’nden gönderilmişti.

“İki gözüm Ayşe”ye, Ayşe Sıtkı İlhan’a...

***


Galatasaray’da Sermet Çifter sergi salonundan İstiklal Caddesi’ne çıktığımda hiç gülümseyecek halim yoktu!

Doğru, dışarda canlı bir kalabalık vardı.

Sokak çalgıcıları...

Kıkırdayarak hızlı adımlarla yürüyen genç kızlar...

İşten erken kaçmış Nevizade’de kadeh tokuşturmaya koşuşturan takım elbiseliler...

Saçlarında mor kıvılcımlar tutuşan, dudakları metal halkalı isyankâr çocuklar...

Hepsi oradaydı.

Ama ruhum öylesine üşüyordu ki, caddenin renkli kalabalığı beni oyalayamadı.

Çünkü az önce “Çektiği ve Çekemediği Fotoğraflarıyla Sabahattin Ali” sergisini gezmiştim.

Türk edebiyatının güçlü yazarı, içli şairi, maarifin güzel öğretmeni Sabahattin Ali’nin 42 yıllık ömrünün hapishanelerde olmadığı “dar zamanlarda” eşi dostuyla çektiği ve çektirdiği fotoğraflarından oluşan sergiyi...

***


Hele o fotoğraf...

Karısı Aliye, kızı Filiz’le Üsküdar Paşakapısı Cezaevi’nde çektirdiği 1947 tarihli fotoğraf.

Son kez birlikteler...

Üzerinde çok açık renk kruvaze takımıyla...

Bir eli Filiz’in omzunda...

Dudaklarında umutsuz bir gülümseme...

Sadece 1947’de dahi yazıları yüzünden defalarca mahkûmiyetine karar verilmiş, iki kez yatıp çıkmış, Sırça Köşk adlı öykü kitabı Bakanlar Kurulu kararıyla toplatılmıştı.

Bir sonraki yıl iyice tadı kaçmış, baskılar, takipler yüzünden içinde olduğu çevreden dahi kopmuş, kamyon alıp nakliyecilik yapmaya çalışmıştı.

O yılın mart ayında Edirne’den kaçma girişiminde bulunduğu, yardım eden adamın sinsice arkasından yaklaşıp başına odun vururak onu öldürdüğü iddia edildi. Aylar sonra Kırklareli’nin Sazara Köyü yakınlarında bulundu cesedi.

Katil yakalanınca bize bugün de çok tanıdık gelen bir hikâye anlattı; “cinayeti milli hislerle işlediğini” söyledi. 4 yıl yattı, salıverildi.

***


Sergiden çıktıktan sonra doğru eve gittim.

Bir yazısındaki küçük not içimi burkmuştu, kesip saklamıştım.

Kupürü aradım. Buldum.

O dönem genç bir gazeteci olan Çetin Altan şöyle anlatıyordu.

“1948’de Sabahattin Ali’nin öldürülmüş olduğunu duyduğumuzda zamanın Bayındırlık Bakanı, sonra da Başbakan Yardımcısı olan Nihat Erim’e sormuştum.

- Nasıl oldu bu cinayet, diye...

Nihat Erim’in, ne “Kuyucaklı Yusuf”tan haberi vardı ne Kağnı ve Ses’ten ne “Kürk Mantolu Madonna”dan...

- Öyle şeyler yapanların, demişti; böyle şeyler gelebilir başına...

“32 yıl sonra 1980’de de, Nihat Erim’in kendisi kurban gitti feci bir cinayete...”

***


Gidip bir kahve koydum kendime... Işıkları azalttım...

Oturup kendi kendime mırıldanmaya başladım...

“ne kış ne yazı isterim

ne bir dost yüzü isterim

hafif bir sızı isterim

ağrılar sancılar gelir”

Kaç genç biliyordur, muhteşem Ali Kocatepe bestelerinin sözlerinin Sabahattin Ali şiirleri olduğunu?

“Beni en güzel günümde

sebepsiz bir keder alır”

Ah be şair, dedim içimden; neresi sebepsiz bunun? Neresi?



***




HAFTANIN 5’İ

* Bütün yazıları, röportajları, haberleriyle Aktüel dergisinin bu sayısı. Ekibi gönülden kutlamak isterim.

* Haendel’in Paris Ulusal Operası’nca sergilenen Herkül yorumu beni ekran karşısına çiviledi. Mezzo. Digiturk 92. kanal.

* Beyoğlu’ndaki Hacı Abdullah’ta zeytinyağlı bamya, İstinye park Panino&Giusto’da bal kabağı çorbası. Enfesti.

* Koltukta bir o yana bir bu yana yuvarlanarak Marguerite Duras okumak... Sonra birden giyinip dışarı çıkarak boş yere üzerinde dolaşılacak bir dalgakıran aramak.

* Cronenberg’in öncekilere göre biraz zayıf fakat yine de etkileyici filmi: Eastern Promises/Şark Vaatleri.

DİĞER YENİ YAZILAR