Bugün orada da cumartesi mi?

Menzile otoyolla varılıyorsa, yola gece çıkarım. Önümde giden, çok uzak rampalardaki yorgun kamyonların stop lambalarını görmek hoşuma gider

Haberin Devamı

Menzile otoyolla varılıyorsa, yola gece çıkarım. Önümde giden, çok uzak rampalardaki yorgun kamyonların stop lambalarını görmek hoşuma gider.

Başlarını yastıklara dayamış, kimbilir hangi rüyalara dalmış yolcularla dolu otobüsleri sakin biçimde sollamak da güzeldir.

Sağ taraftaki pencereyi açıp otobüsün gıcır lastiklerinden çıkan tatlı hışırtıyı dinlemeyi severim.
Ama bol virajlı, zeytin ağaçlı, asfaltın renginin kıraç topraklan andırdığı köy, kasaba yollarında gideceksem, belki garibinize gidecek ya, tercihim öğle vaktidir.

Sıcak, havayı buğulandırmak, etraf tam tepedeki güneşin ışıltısıyla parlamalıdır. Yılan gibi kıvrılıp giden boş yolun görüntüsü beni öylesine büyüler ki, anlatamam. Anlatmayı beceremem bu duyguyu.

Böyle bir yol olan Behramkale-Gülpınar-Tavaslıiskelesi hattından epeydir gitmemiştim.

Eskiden çok sever, Çanakkale taraflanndaysam, ne yapar yapar o yolu katederdim.

Bu kez de fırsat bulunca aynı şeye heves ettim. Ama ana yoldan Ezine'ye gitmekle kıyaslarsanız bayağı uzundur, vakit çalar.

Assos'ta, tam kavşakta sordum yol arkadaşıma: Gülpınar tarafına saparsam yol uzadı diye bozulur musun?

Yanıt arzu ettiğim gibiydi: Açarız sevdiğimiz müzikleri, keyfimize bakarız, sen bas gaza...

Tümüyle şehirli bir şarkıcı olarak görürüm Feridun Düzağaç'ı.

Onun şarkıları şehirli duyguların, şehir kuytularının; evlerin, odaların şarkılarıdır.

O yüzden de yolda dinlemek aklıma gelmez. Ama benim mi arkadaşımın mı bilmem, parmağımız Düzağaç'ın son albümünün durduğu diskçaların düğmesine basmış olacak ki, önce gitarların sesi duyuluyor.

Ardından, biz tam yanmış zeytinliklerin (ne çok yanmış ağaçlık alan gördük! Yazık ki ne yazık!) arasından geçerken şu sözler geliyor: "Bakışların gittiğin yerden uzak, yoksa gelirdim."

Donduk kaldık arabanın içinde.

Bu ne müthiş bir ifade, nasıl da anlatılmak isteneni tam kalbinden vuruyor!

Ben Feridun'la birlikte mırıldanıyorum: "Bakışların gittiğin yerden uzak."

Öyledir, sevgili gider, fakat özlemek de güzel der, fazla ses çıkartmazsınız. Hatta birden kalkıp uzaktaki sevgiliye gitmek her şeyden daha güzeldir ya, onun hayalini kurarsınız.

Ama sevgilinin bakışları gittiği yerden bile uzaksa?..

Yol arkadaşım onca müzik ve motor gürültüsü arasında ancak fısıldayabiliyor: "Böyle şarkı sözü olur
mu ya! Bitirdi beni. Müthiş!"

Düğmeye uzanıp şarkıyı baştan alıyor.

Yanmış, bitmiş, tükenmiş bir tuzlanın çevresinden dolaşırken Feridun Düzağaç'ın sesi arabanın camlarından çıkıp dağlara taşlara vuruyor kendini.

"Bakışların gittiğin yerden uzak, yoksa gelirdim
Sensiz anlamsızlığımı anladım, dön, vs. demek için.
Bugün burda cumartesi,
Ben senin saçlarını, suçlar bakışlarını,
Geveze susuşlannı bile özledim"
Orada bitmiyor Cumartesi adlı şarkı, devam ediyor:
"Bugün orda da cumartesi mi?
Sen de beni, benim kadar özledin mi?"
Haydaaa!

Biz... Arabanın içinde "oh, kimseyi özlemeden; hayatımızdaki kadınları filan kafamıza takmadan iki gün güneşin, denizin tadını çıkardık, dinlendik" diye keyiflenen iki adam, öyle kalakalıyoruz. Ruh halimiz anında değişiyor.

Şu şarkılar ne kadar güçlü!..

Durup dururken ayrılık acısı sarıyor içimizi.

Bir anda perişanız, duygularımız şelale!

Ayağım gazdan çekiliyor, araba neredeyse durdu duracak halde kayıyor asfaltta.

Yol arkadaşım, "yok baba" diyor; "bir yerde durup soluklanalım."

Allahtan, harika bir kır lokantası çıkıyor karşımıza, (Tavashiskelesi yakınlarında önünden denize de girilebilen çok hoş kır lokantaları var, aklınızda bulunsun!)

Hemen park ediyorum.

Yaşlı bir camın geniş gölgesinin altındaki masaya sığınıyoruz.

Aile lokantasının en küçük üyesi 10 yaşındaki Ahmet sanki halimizi anlamış da teselli etmeye çalışan bir ağabey gibi, inanılmaz olgun tavırlarla güzel bir sofra kuruyor da öyle kendimize geliyoruz.

"Ne bu şimdi?" demeyin.

Bir yol hikâyesi işte!

Ah şu yollar ve şarkılar!

Özür ve düzeltme
Ya, Haşmet Bey! Sen de "neden tepkisiz bir toplumuz?" diye kızıp köpürmek yerine, içimize işleyen otoriter toplum ve kişilik yapısını kıyısından köşesinden sorgulamaya kalkarsan, böyle olur işte!..

Teknik bir arıza, küçük bir dikkatsizlik eski yazılarla yeni yazıyı birbirine karıştırıp yapıştırır.

Kimse de ne okuduğunu anlamaz!..

Evet, dünkü yazım "zor" bir yazıydı, fakat yayınlanmış haliyle iyice zorlaşıp okunmaz hale gelmiş. Özür dilerim!

Konuya önümüzdeki günlerde tekrar döneceğim.

DİĞER YENİ YAZILAR