Gazete Vatan Logo

Haksızlığa baş kaldırmanın simgesi: Hazreti Hüseyin

İslâm mitolojisinde İmam Hüseyin, bir başlangıcın adı haline gelmiştir. Rahat bir yaşam sürdürebilecekken haksızlıklara ve zulme karşı çıkmanın, bütün tehlikeleri göze alarak baş kaldırmanın sembolü olmuştur

Hz. Hüseyin'in şehit edilmesi, İslâm tarihinde her bakımdan bir büyük kırılma noktasını oluşturur. Bu kırılma noktaları dini, edebi, siyasi ve kültürel bir çok alanda kısa sürede kendisini göstermiş, uzun vadede ise günümüze kadar gelen bir dizi İslâm içi farklılığın temelini oluşturmuştur. Kerbela olayından önce ortaya çıkan farklılıklar, Cemel Vakası ve Sıffın Savaşı ile başlayan İslâm içi silahlı çatışmalar, bu olaydan sonra boyutları defalarca büyüyerek tırmanmış, iç kopuşları geri dönüşü olanaksız noktalara getirmiştir. İslâm mitolojisinde ise İmanı Hüseyin, bir ilkin, bir başlangıcın adı haline gelmiştir. Hüseyin, bir ilk örnektir. Kolaylıkla rahat bir yaşam sürdürebilecekken haksızlıklara karşı çıkmanın, zulme, bütün tehlikeleri göze alarak baş kaldırmanın simgesi haline gelmiştir. İslâm dünyasında onun için her zaman yas tutulacağını bildiren kehanet, aynı zamanda onun sürekli şehit olmaya devam edeceğini ve ona yas tutanların bir anlamda değişik tarihsel bağlamlarda her zaman "kendi" Hüseyinleri'ne yas tutacağını da öngörmüş gibidir.

"Ali, Allah'ın dostudur"
İslâm dünyasında her 10 Muharrem günü özellikle Şii, Alevi ve Bektaşiler için bir yas günüdür. Şiiler bu günde dövünmek ve onun acısını simgesel olarak paylaşmak gibi törenler de gerçekleştirirler. Anadolu'daki Aleviler ise Kurban Bayramı'ndan yirmi gün sonra matem orucuna niyet eder ve Muharrem ayının bir ve onikinci günleri arasında yas tutarlar. Bu ayın tamamında düğün gibi eğlenceler yapılmaz, oruç günleri süresince hayvan kesilmez, traş olunmaz, süslenilmez ve ele kesici aletler alınmaz. Kerbela matem orucu, Muharrem'in onikinci günü yapılan "Aşure Töreni" ile sona erdirilir. Hz. Hüseyin, bir arketip (ilk örnek) olarak, öyle görünüyor ki sonsuza kadar yaşamaya devam edecektir. 10'uncu yüz yılda artık Şiilik, temel özellikleri ve hatta kolları ortaya çıkmış bir mezhep olarak büyük bir gerçeklik haline dönüşmüştür. İmamiye, İsmailiye ve Zeydiyye en temel Şii kollarıdır. 10'uncu yüz yılda Hz. Muhammed'in kızı Hz. Fatıma'nın soyundan geldikleri için Fatımiler adını alan sülalenin ve İsmailiye koluna bağlı olan Ubeydullah'ın kendini halife ilan etmesi ve devletini kurmasıyla (910) Şiilik ilk kez toplumsal muhalefet olmak konumundan çıkabileceğini ve iktidar olabileceğini ortaya koyarken bu iktidarın gerektireceği yeni fıkıhı yaratma sorunlarıyla da karşı karşıya kalmıştır. Geleneksel olarak da minarelerden ilk olarak 'Aliy-yün Veliyullah" (Ali Allah'ın dostudur) nidası bu tarihten sonra duyulmuştur. 1171'de son bulan Fatımi Devleti'yle birlikte Şiiler, neredeyse gelenekselleşmiş "mazlum" konumlarına geri döndüler. Bu konumdan, 1501'de Şah İsmail'in Tebriz'i ele geçirip Safevi Devleti'ni kurmasıyla üç yüz küsur yıl sonra kurtulacaklardı.

"Emre itaat ilkesi"
Siyaset alanında uzun süren mazlumiyet yılları, Şii yaklaşımını kendine özgü kılmıştır. Bir Şii atasözü bu yaklaşımı özetler gibidir: "Doğruyu bulmak istersen cemaatin tersine git." İmanı Hüseyin'in şehit ediliş süreciyle atasözü arasındaki ilişki hemen kurulabilecek görünürlüktedir. Bu yaklaşım yine Sünnilik'te çok temel olan siyasete "Ulül, emre itaat" ilkesinin reddini getirecek, Şii mezhebi bağlılarına, Sünnilere nisbeten daha başkaldırıcı bir hüviyet kazandıracaktır. Şii yaklaşımında, dünyada meşru bir siyasal yönetim ancak kayıp onikinci İmam Muhammed Mehdi'nin müçtehitler aracılığıyla vereceği görevle mümkün olabilir. Bunun dışında bir yönetimin meşru olması olanaksızdır. Bu, her yönetime karşı ayaklanmanın gündemde olduğu anlamına gelmez ama elbette potansiyel oluşturur. İmamet kuramı ve imamlarla onların temsilcileri olan ve oldukça tanımlı Ayetullah, Hüccetullah, Ayetullah-ı Uzma gibi ayrıştırılabilen molla hiyerarşisinin varlığı, bunların önde gelenlerinin "gaip İmam Mehdi" adına içtihatlarda bulunabilme yollarının açık oluşu, bunlarla Şii mezhebi bağlıları arasındaki bağı yine Sünniliğe kıyasla diri ve dinamik tutacak, bu da daha örgütlü ve kavramın İbn Haldun'da kullanıldığı anlamıyla "asabiyyesi" yüksek bir toplumun doğmasına yol açacaktır.

İlk ayrılığın çıkışından günümüze kadar Şiilik'le Sünnilik arasında fıkıh alanında pek çok dinsel fark ortaya çıkmıştır ve bunları özetlemek dahi, bir gazete dizisinin boyutlarının çok ötesine geçer ama bugün Şiiliği tekrar ve bir kez daha dünyanın ve dolayısıyla bizim gündemimize oturtan gelişmeler içinde bu dinsel farklar dolaysız bir etkiye pek az sahiptirler. Bu gün esas etkiye sahip olan dinamikler, daha çok bu dinsel farkların dolaylı etkilerinin yanısıra Şiiliğin önce siyasal sonra toplumsal oluşumunun tarihiyle ilgilidir. İslâm coğrafyasının hemen tüm bölgelerinde, bazı yerlerde çoğunluk bazı yerlerde nüfus azınlığı olarak bulunan Şiilik, bağlılarına bir çok yerde diğer aidiyetlerini örtecek derecede güçlü bir kimlik varlığı sunabilmektedir. Kerbela'dan bu yana kendisini, "zulme karşı çıkmak"la özdeşleştiren bu gelenek, üstelik bu "zulmün" ne ve kim olduğunu "gösterebilecek" yaşayan otoritelere sahiptir ve bu otoriteler oldukça yaygın toplumsal kabule sahiptirler.

Haberin Devamı