Kart ve postal hikâyesi

Dünkü yazımda, "kendin çok yumuşaksın ama yazıların sert" diyenlere "nasıl sert olmanı, nasıl sinirlenmem" şeklinde bir şeyler yazıp, beni kızdıran konulara değinmiştim

Haberin Devamı

Dünkü yazımda, "kendin çok yumuşaksın ama yazıların sert" diyenlere "nasıl sert olmanı, nasıl sinirlenmem" şeklinde bir şeyler yazıp, beni kızdıran konulara değinmiştim.

Yazı uzadığı için çok önemli birini bugüne sakladım. İki tür karaktere çok kızıyorum; birincisi, "hiç tanımadıkları insanlar hakkında ona zarar verici bir şeyler uydurup sağda solda anlatanlar."

Bunu ya cehaletlerinden, öyle sandıklan için yapıyorlar ya da gerçekten kötü niyetliler, sonucuyla çok eğleniyorlar.

İkincisi; "her duyduğu kötü şeye hemen inanıp, yemeyip içmeyip, gerçekmiş ve kendisi görmüş gibi etrafa yayanlar..."

Bu her ülkede böyle midir bilmiyorum; bizim ülkemizde iyi şeyler başkasına anlatılmıyor ama kötü, çirkin, fena şeylere inanmak ve neredeyse ağzından sular akarak bunu etrafa yaymak çok görünen bir durum.

En az 15 yıldır üzerimden atamadığım, gerçekle hiç ilgisi olmayan bir iftira var... internet siteleri bile bu yüzden bana hakaretlerle dolu. Karşılaştığım on kişiden sekizi bunu bana sorar... İlk çıktığı günlerde yazmıştım ama gerçek ağızdan okuduğuna inanan, sağduyulular da çıkmıyor bu memlekette.

Eminim siz de duymuşsunuzdur... Olay şu: Ben Can Yücel'e "Nazım Hikmet kartpostal şairidir" demişim, o da çok sinirlenmiş ve bana "kart sensin postal da.......... girsin" demiş... Hah hoh hah... Ne kadar komik değil mi? Ve insanlar bu habere bayılmış, bir an içinde tüm Türkiye'ye yayılmış... Türlü çeşitli anlatılmaya başlanmış... Bir radyo programında olmuş, hayır Cem Özer'in TV programında gerçekleşmiş... Sanki duymuşlar gibi benim ağzımdan böyle bir şeyi, anlatıyorlar da anlatıyorlar vecd içinde...

Hani ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler ya... En küçük bir kıvılcım bile yok bu olayın çıkması için. Can Yücel ile çok iyi dost olmamız dışında...

O da ben de çok üzülmüştük bu olay patladığında ve ne yapacağımızı şaşırmıştık. Datça'daki Can Yücel şenliklerine konuk olduğumda hâlâ Güler ve Su Yücel ile bu konuyu şaşkınlıkla anarız.

Şimdi size olayı çözüşümü anlatayım... Sunay Akın bir gün bana dedi ki; "o laf Ece Ayhan'a aittir"... Ben bunu düşünüp dururken, Arda Uskan önüme 22 Kasım 1987 tarihli bir Nokta dergisi koydu. İçinde Şair Ece Ayhan'la yapılmış bir söyleşi vardı. Ayhan, Nazım Hikmet ile düşüncelerine; "büyük şair olduğuna hiç kuşku yok. Bunu anlamak için Şeyh Bedrettin Destanı'nı okumak bile yeter" diye başlıyor, şöyle diyordu sonunda: "... 1950 sonrası yazdıkları, Saman Şansı hariç kartpostal şiirleridir..."

Buyurunuz... İşte belgesiyle açıklıyorum... Şimdi ne olacak? Herhalde Ece Ayhan'ı kadın zanneden bir "salak" bir süre sonra onu benimle karıştırdı ve Ece oldu Duygu... "Postal girsin" bölümü de o salağın yaratıcılığı işte.

Sonra binlerce -salak diyemiyeceğim onlara çünkü o kadar çoklar ki- kişi de bu sevimli olaya bayıldı ve yaydı da yaydı...

Tanınan biri olmanın böyle olumsuzluktan var işte. Yıllarca üzerinizde hiç hak ermediğiniz bir olumsuzlukla yaşayıp, boşu boşuna insanların nefretini kazanıyorsunuz...

Siz olsanız nasıl başa çıkardınız bu iğrençlikle? Düşüncelerimi yazma fırsatım olduğu halde ben başa çıkamadım, internet sitelerinde bana hakaretler yağdıranlara duyurulur.

DİĞER YENİ YAZILAR