Neden yetmez ama evet?

Haberin Devamı

Referanduma gitme keyfiyeti açıklanır açıklanmaz oluşan ‘Yetmez ama evet’ çağrıcılarındanım. Anayasa değişiklik paketi gündeme geldiğinden bu yana yazılan ve konuşulanları izliyorum. Aslında içinde bulunduğumuz ortam son derece doğal.

İlkin, yaşanan gerginlik özünde değişim sürecinin gerginliği. Hükümetin paketinde asker ve yargıyı ilgilendiren damardan değişiklikler var. Demokratik temsili öne çıkaran, yüksek yargının siyasi hayatı engellemesini önlemek hedefiyle cumhurbaşkanı makamına ve meclise tanınan tasarruflar var. Bunlar dört dörtlük değil elbette. Erkler arası denge ve kontrol sağlamakta yetersizler. Ama asker ve yargının vesayetini kırar nitelikteler. Süregelen darbe girişimi davalarıyla birlikte okununca paket sabık dönemin tasfiyesi niteliğinde. Bunun verdiği huzursuzluğa AK Parti’ye duyulan derin güvensizlik ve dipten gelen değişim arzusuna duyulan hınç eklenince gerginlik had safhaya çıkıyor.

İkincisi, değişimi siyasete tahvil etme konum ve sorumluluğunda olan siyasi kadroların tasarrufları, deneyim ve becerileri kadar. Doğrudur, Temmuz 2007 seçimlerinden muzaffer çıkan AK Parti 1982 Anayasası’ndan kurtulmak için Türkiye’nin önüne gelen büyük fırsatı değerlendirmedi. Toplumdan gelen itiraz da Özbudun heyetinin hazırladığı taslağı gündemde tutmaya yetmedi. Ama bu memlekette hangi kamusal iş bir seferde, sıfır hatayla yapılıyor ki?
Üçüncüsü, bugünkü dinamik Türkiye’nin şartlarında belirleniyor. Değişimi ölüm kalım meselesi haline sokacak, örneğin 1981’de İspanya’daki askeri darbe gibi, açık bir kriz yok. Keza daha önceki değişikliklerin arkasından esen AB rüzgarı artık yok. Türkiye kabuğunu kendisi yırtıyor. Her demokratik toplumda o demokrasi düzeyine ulaşmak için verilen kavgadan başka bir şey değil yaşananlar. Türkiye başkasıyla değil kendisiyle hesaplaşıyor ve yüzleşiyor. Darbe Anayasası’nın askeri ve hukuki vesayetinden kurtulma şantiyesi bu.

Dördüncüsü, referandumun plebisit yani güven oylamasına dönüşmesi sonucunda ortaya çıkan tuhaf kampanya. Afiş ve pankartların artık Anayasa paketiyle pek bir ilgisi kalmadı. CHP ‘bu paket emekliye bir şey vermiyor’ diyor. Rahibeler, Simonlar üzerinden derin ırkçı bir dil. Ama bu sapmalar bize özgü değil. Seçmene çetrefilli ve içerik birliği olmayan maddelerden oluşan bir konuda ‘evet mi hayır mı’ sorusunu sorunca seçmen de siyasetçi de tartışmayı saptırır. 29 Mayıs 2005’te Fransızlar AB‘nin 448 maddeden oluşan yeni antlaşmasını referanduma götürünce kampanya hükümetin icraatlarına hayır oyuyla sonuçlanmıştı.
Sonuçta evet de çıksa hayır da, dünyalı Türkiye’nin normalleşmek için yeni bir toplumsal mutabakata ihtiyacı var. Evet çıkarsa yeni anayasa ivme kazanır, seçimin birincil maddesi haline gelir. Eğer paket reddedilirse hükümetin eli zayıflayacağından dolayı bu hayati ihtiyaç yine uzun bir süre rafa kalkar. Kürt sorunu başta olmak üzere çözüm bekleyen kadim sorunlarımızın çözümü de o ölçüde sekteye uğrar. Kimse rüya görmesin.

Diyarbakır Cezaevi

Başbakan’ın Diyarbakır mitinginde ‘Bize varlığı ile 12 Eylül’ü hatırlatan Diyarbakır Cezaevi’ni yıkacağım’ dedi. Düşünülmeden sarfedilmiş söz. Başbakan kendi yattığı Saray Cezaevi’ni de yıktırmayı düşünür mü? Diyarbakır zindanının gerçeği daha yeni ortaya çıkıyor. Bölgedeki kanaat önderlerinin ve hapishanenin mağdurlarıyla çalışan kuruluşların talebi bu utanç abidesinin kalıcı bir müzeye dönüştürülmesi.

Komünizm sonrasında bu müzelerden Avrupa’da çok açıldı. Prag’da ‘Komünizm Müzesi’, Romanya Sighet’te ‘Komünizm Kurbanları Anıtı ve Müzesi’, Macarlar Budapeşte’de önce faşist sonra komünistlerin kullandığı şehrin göbeğindeki işkence merkezini ‘Terör Müzesi’ne dönüştürdü... Elbette meşruiyetini tamamen kaybetmiş bir ideoloji üzerine müze yapmak nisbeten kolay. Zoru bizimkisi zira o zihniyet daha aslanlar gibi ayakta.
Bayramınız mübarek olsun.


DİĞER YENİ YAZILAR