Yabancılaşma

Haberin Devamı

Epeyidir bölgenin Kürt yöneticileri yeni kuşaklarla olan kopukluğa dikkat çekiyorlar. İşsiz, hedefsiz ve istikbalsiz genç Kürtlerin Kürt siyasî hareketi ve yapılarından bağımsız hareket etmeye başladıklarını ve eğer normalleşme gecikirse bu kitlelerin her türlü kontrol dışında kalmalarının barış açısından tehlikesini dile getiriyorlar. Ama bu illâki dağa çıkmak da değil. Irak’ın işgali sonrasında ülkenin kuzeyinde ‘oluşum’, ‘fiilî durum’ diye adlandırılan resmî adıyla ‘Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ altındaki bölgenin çekim alanı olacağını taa o vakit dile getirmiştik. Irak normalleştikçe, Türkiye de bir türlü normalleşemedikçe sınırın kuzeyi ile güneyi arasındaki fark güneyin lehine artıyor. Diyarbakır’da açlık sınırı altında yaşayan yarım milyon insana mukabil güneyde bolluk bereket var. Üstelik güneydeki kalkınmanın aktörleri genellikle Türkiyeliler. İşte 90 kuşağının önünde, üniversite eğitimi da dâhil böyle bir istikbal seçeneği var.

Express dergisinde Ragıp Duran’ın gözlemleri şöyle: ‘Bir yenilik de Güney’e inenlerin sınıf kökenlerinde. Mesela kentin AKP’li bilinen önemli bürokratlarından birinin 14 yaşındaki oğlu Şubat ortasında bir gece eve dönmüyor. Babası anlattı her şeyi: ‘İçine kapanık, uslu, aklı başında bir çocuk aslında. Bir-iki kere bizden habersiz arkadaşlarıyla gösterilere filan katılmıştı. Evde bizle pek konuşmazdı. O gece eve dönmeyince okuldan tanıdığım bir-iki arkadaşını buldum. ‘Ha o mu? 30 kişilik son grupla gitti’ dediler. Beynimden vurulmuşa döndüm. Biz hep kırsaldan gelenlerin çocukları gider sanırdık. Bizimkisinin hiçbir eksiği yoktu ki... Neyse eş-dostun yardımıyla Hewler’e gittik. İki gün araştırdık. Sonunda bir evde buldum bizim oğlanı, çok sevindim tabi ki... ‘Hadi seni götürmeye geldim’ dedim. ‘Baba, ben buraya kendi isteğimle geldim. Burada kalacağım’ demez mi? Odada başkaları da var. Sinirlendim ama bir şey de diyemiyorum, yapamıyorum. Bizimki, benden cevap gelmeyince, cesaretlendi sanki: ‘Baba, istersen sen de kal burada, Hewaller sana da bir görev verir’ demez mi?’

Buralarda ‘terör’ diyerek işin içinden çıkılsa da bunun sosyolojideki adı yabancılaşmadır. Kürt gençleri giderek kendilerini doğdukları yere ait hissetmiyorlar demektir ki bu geri dönüşü olmayan vahim bir gidişattır.

Hızla zaman kaybediliyor

Bir türlü göremediğim Invictus filmini Nevruz akşamı nihayet seyretme fırsatım oldu. Morgan Freeman’ın olağanüstü Nelson Mandela canlandırmasıyla hatırda kalan film beyaz azınlığın kara çoğunluk üzerindeki hâkimiyeti Aparteid’den yeni kurtulmuş Güney Afrika’da cereyan ediyor. Tek siyahî oyuncusu olan ragbi takımının beyaz oyuncuları ne vakit çiçeği burnunda Başkan Mandela’nın adı anılsa yüzlerini buruşturarak ‘terörist’ sıfatını yapıştırıyor. Güney Afrika o günlerden bu günlere geldi. Barıştı. O akşam televizyon kanalları sükûnet içerisinde kutlanan Nevruz haberi veriyor. Sunucu ikide birde ‘terörist’ kelimesini gözümüze, kulağımıza sokarken Türkiye’nin barış dilini öğrenmek ve normalleşmek için daha çok yolu olduğunu söylüyor. ‘Kürt eşittir terörist’ dedikçe de Kürtler ve en vahimi genç kuşaklar kaybediliyor, normalleşmenin yolu iyice tıkanıyor.

Başbakan sanatçılardan, farklı kanaat önderlerinden demokratik açılıma destek arıyor, doğru da yapıyor. Ancak bu girişimler açılımın önündeki devasa sorunlara maalesef çare değil. Kim muhatap alınacak? Açılım, kapalı kapılar ardında yapılan çalışmalarla nereye kadar gider? Kervan yolda daha ne kadar düzülür? Af, geri dönüş, hakikat ve uzlaşma, Kürtçe eğitim, bölgesel kalkınma, silahsızlanma gibi temel konular uzun soluklu komisyonlara havale edilmeden nereye kadar gidilir? Bütün bu sorular cevap beklerken meselenin doğrudan tarafı olmayan kişilerle, üstelik monolog üslûbunda yapılan görüşmeler, ne işe yarar?

DİĞER YENİ YAZILAR