Bir Gaste hikayesi

On üç yıl olmuş Roxy Gazete çıkalı. Sanki dün gibi. Ne şaşırmıştık, tanımlayamamıştık böyle bir yayını ve bu yayını yapan “eğlence kulübü” anlayışını. Öyle ya, o zamanlar Türkiye için her şey çok yeniydi...

Haberin Devamı

İlk başta kulüp ve müzik üzerine haberler veren bir yayındı. Sonra Beyoğlu odaklı haberlerin yer aldığı bir gazeteye dönüşmüş ve “S” gazete adını almıştı. Giderek büyüdü, yazar kadrosu da mekanı da genişledi ve “gazetemsi”yi çağrıştıran Gaste adını aldı. Bu mimariden sanata ilginç, hoş yazıların yer aldığı keyifli bir dergiydi. Adı gazeteyi çağrıştırsa da o gün olup bitenle ilgili değildi, içindeki S harfi sanattan, sokaktan bahsedeni bize ulaştırmayı hedeflediğini gösteriyordu. Ancak Oruç Arıoba, Gündüz Vassaf, Hilmi Yavuz vb. değerli kalemlerin yazılarının yer aldığı bu dergi, “S” adına geri dönmek zorunda kaldı.
Bu isim değişikliğinin nedeni bu kez ne yayın politikasından kaynaklanıyor, ne de bir başka gönüllü hedeften. Çünkü Roxy’nin Gaste’sinin karşısına aynı ismi taşıyan Zorlu’nun Gaste’si çıktı. Yani resmi olarak isimleri gazete künyesinde yer almasa da sahibinin Zorlu Ailesi olduğu söylenen, İstanbul haberleri veren ve ücretsiz dağıtılan gazete... Artık aynı adı taşıyan iki gazete ve tek isim vardı. Evet, isim hakkı Roxy’deydi ama yeni Gaste’nin ortakları arasında da Başbakanın yakınındaki isimlerden Cüneyt Zapsu’nun olduğu söyleniyordu.
Mahalle bakkalı ile süpermarketin aynı sokakta satış yapmasını hatırlatan bu karşılaşmaya ilk olarak Hürriyet’ten Kültürazzi değinmiş ve “İsim hakkı üzerine pazarlıklar sürüyor” demişti.
Eski adıyla Gaste yeni adıyla “S” nin genel yayın yönetmeni Cem Sencer ile yaptığım konuşma ise sürecin çok da pazarlıkla geçmediğini gösteriyor. Şöyle diyor Sencer: “Gazetenin hazırlıklarına başladıktan yedi ay kadar sonra bizim varlığımızı öğrenmişlerdi. Bizden isim hakkını satın almak istediler, önce ‘olur’ dedik. Ama sonra basında bu gazete ile ilgili yazılar çıkmaya başladı. Açıkçası bunun içinde yer almak istemedik ve vazgeçtik. Ama onlar yine de Gaste adıyla çıktılar. Bunun üzerine avukatlık olduk. Fakat bizim bunu sürdürebilmemiz mümkün değildi çünkü bu tür davalar en az iki yıl sürermiş. Bunun üzerine isim hakkından vazgeçtik.” Peki, isim hakkını 150 bin dolara sattıkları doğru mu? “Hayır” diyor Cem Sencer, “Bu tür rakamlar söz konusu değil. Belki de pazarlığa müsait bir konumdaydık ama biz bu tür şeyleri becerebilecek insanlar değiliz. Mesela bu dergiyi de hep bir nevi sivil girişim olarak tanımladık. Bu yüzden bu durumu bir fırsat gibi algılamayı tercih ediyoruz. Yani değişen ismimizle yayın politikamızı da geliştireceğimiz, belki bir-iki muhabir alacağımız bir değişiklik olarak...”
İnanç özgürlüğü ve demokrasi tartışmalarının yoğun yaşandığı bir dönemde yargılandı Richard Dawkins’in “Tanrı Yanılgısı” kitabı. Hem de ticaretle uğraşan bir vatandaşımızın “Bu kitapta açıkça dine ve mukaddes değerlere saldırılıyor” demesi üzerine... Dünyanın en saygın gazetelerinin bu kitap için “Neşeli, heyecanlı ve en önemlisi lüzumlu” sözlerini kullanmış olması bile önemli olmadı. Ya da bu kitabın bir uluslararası bestseller olması. Bir vatandaşımız öyle istiyor diye yayıncısı da kitap da “Halkı kin ve düşmanlığa sevk edecek ifadeler içermekten” mahkemeye çıktı. Neyse ki kitap beraat etti! Bir güzel teselli daha kitap belki de bu sayede Türkiye’de sesini duyurarak üçüncü baskıyı yaptı.


Ah bir vaktim olsa...

Hava da güzel olsa... Mesela ilkyaz sıcaklarının ilk günleri... Ada vapuruna binsem... Önceden aldığım simit ve peynire tavşankanı çay eşlik etse. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ”Huzur“ romanını açsam, Nuran ve Mümtaz’ın ada vapurunda tanıştıkları bölümü açsam. Hayır, okumasam, o bölümü aklımdan bir de kendim yazmam. Denizi, köpüren suları, maviyi, ilkyaz güneşini seyretsem. Büyükada’nın güzel sokaklarında, beyaz köşklerini seyrederek yürümeyi planlasam. Sonra vazgeçsem, Burgazada’da insem Sait Faik’in evine gitsem, evin kirişinde dursam bir oltalarına, bir şapkasına baksam...

DİĞER YENİ YAZILAR