Gazete Vatan Logo

Bir anda yol ikiye ayrıldı, beynim bir tarafa ben bir tarafa

'Başka bir bilinç vatanına göçmüştüm. Bir dünyadan bir dünyaya geçmemiş olabilirim. Şuurumun doğa değiştirdiği kesin'

Hayattan ayrılmayı bir de şöyle anlatmak istiyorum: Londra'daki Hyde Park'a benzeyen, çok büyük bir parkın çimenlerinde olduğunuzu düşünün. Bir standda askeri bir bando müzik çalıyor. Standın etrafındaki kalabalığın arasındasınız. Pirinç nefesli çalgıların ve üniformaların üzerindeki metal düğmelerin parıltısının, üniformaların renginin, müzisyenlerin yüz ifadelerinin, müziğin ve müziği sizinle paylaşan insanların farkındasınız. Bir süre sonra müziğe doyuyorsunuz, bando ve etrafındakiler çözülmeden oradan uzaklaşmaya karar veriyorsunuz. Arkanızı dönüp, pabuçlarınızın altında çimenlerin yumuşaklığını hissederek, ağır adımlarla parkın dışına doğru yürüyorsunuz. Uzaklaştıkça müziği daha az duymaya başlıyorsunuz ve bir süre sonra -bando ve onu dinleyenler ve hepsinin üzerinde durduğu toprak ve altında bulunduğu gök orada olmaya devam ederken- müzik tamamen duyulmaz oluyor. Artık, yüksek ağaçların altında, asfaltla kaplı bir kaldırımda, üstünden hızla arabaların, otobüslerin ve taksilerin geçtiği geniş bir caddenin kıyısındasınız. Müzik sizi bıraktı. Şimdi kulaklarınızda hızla geçen araçların çıkardığı sesler var. Şehir; evleri, dükkanları, kalabalık kaldırımları, tehlikeli yolları, ağaçları, ve yüzyıllardır gürültülü bir topaç gibi döndürdüğü hayatı ile, sizi içine aldı.

Ölmek veya ölümün başlaması işte böyle meydana geliyor: Bir yanında müzik, diğer yanında müziğin yokluğu olan bir an vardır ama o anı hiçbir zaman farkedemez, yakalayamazsınız. Ölüm, müzik duyulmaz oluncaya kadar uzaklaşmaktır. Bir yanında yaşam, diğer yanında yaşamın yokluğu olan anın hududunu, herhangi bir şeyin hududunu geçmekte olduğunuzu fark etmeden, geçmektir.

Demek ki, hayatla ölüm arasında astar yoktur, diye düşündüm kendi kendime, yatakta o ilk gün hemşirelerin kısa aralıklarla, küçük plastik kaplar içinde verdiği hapları itaatkar bir biçimde yutar, doktorların suallerini cevaplandırır ve utangaç çocuklar gibi odama girmeden kapımda durup merhem gibi bir sesle bana "geçmiş olsun" diyen ziyaretçilerimle konuşurken: Ölüm ve yaşam -bir kuşun sağ kanadı ve sol kanadı gibi- bir bütündür.

Ama ölüm anını yaşarken bunun farkında değildim çünkü ölüm yaşam tecrübesinin dışında meydana geliyor - yaşamın bir parçası değil. Toria ile el ele tutuşmaya devam ediyorduk. O benim elimi tuttuğunun farkındaydı -bana daha sonra o anda elini koparacak gibi sıkmaya başladığımı söyledi-ama ben artık onun farkında değildim. Ben başka bir bilinç vatanına göçmüştüm. Bir dünyadan bir dünyaya geçmemiş olabilirim. Ama şuurumun doğa değiştirdiği kesin.

Kalbim durduktan sonra, durmadan önce algıladığım hiçbir şeyi -ne ısı, ne ışık, ne ses, ne duygu, ne de başka bir şey olarak- algılamıyordum. O andan itibaren algılamaya başladıklarım ise hayatta iken yaşamış olduğum hiçbir şeye benzemiyordu. Benliğim dışında, dünyadaki varlığımla ilgili her şeyi dünyada bırakmıştım.

Şuur kalmış ama dünyada olmak gitmişti. Bir anda yol ikiye ayrılmış, beynim ve onun bağlantıda olduğu dünya bir tarafa gitmiş, ben, bilincimi alıp, başka bir tarafa gitmiştim. Her ikimiz -dünya ve bilincim- var olmaya devam ediyorduk ama göbekbağı yeni kesilmiş bebek gibi, bağlantımızı koparmıştık. Birbirimizden bağımsızdık. Tam ve mükemmel olma duygusunun dipsiz ve bucaksız zevkini duymuş olmamın nedeni bu olmalıydı. Gövdemde, korkularımın, endişelerimin ve bana mutsuzluk ve ağırlık veren diğer duyguların evinde değildim artık. Hapisten çıkmış, özgürlüğüme, ağrısız benliğime kavuşmuştum.

Ama gördüğüm imajlar ne anlama geliyordu? O imajlara tekabül eden fiziki ve anatomik gerçekler ne olabilirdi? Gerçekten vücut ve hayat dışı bir şey mi yaşamıştım? Yoksa tecrübe ettiğim beynin o an için sakladığı kimyevi maddelerin yarattığı, hayatın bitişini kolaylaştıran, bir tür ölüm orgazmı mıydı? Açıklama bu kadar basit olabilir miydi?

Gördüğüm imajlar "ölümden sonra hayat var mı" sorusuna olumlu bir cevap mıydı? Yoksa duran kalbin ardından, beş-on dakika ömrü kalan beynin ölmeden önce yaptığı son kimyasal işlem miydi?

Neden yaşamıştım bu kısa ölümü? Ne öğrenmek için? Ve eğer böyle bir soru saçma değilse, neden ben?

Sonra o dükkan vitrini gibi ışıklı odada beni hayata geri döndürdüler. Kalbimin durması ve yeniden çalışmaya başlaması arasında çevremden ve belki de gövdemden bağımsız yaşadığım dört dakikalık ara, yaşam dışı bir deneyim olmaktan çıktı, belleğimin, yaşam tarihimin bir parçası oldu. Bir yerden gelip bir yere giden yaşam deremin bir parçası haline geldi.

Ölüm idi -veya olacaktı- anı oldu.

Haberin Devamı