Kısa saç kadının kendi hayatına yaptığı devrimdir

80’ler devrinin kapanıp 90’ların tahta geçtiği yıllar... Harika Avcı‘nın moda ikonu olduğu, estetik ameliyatların salgına dönüştüğü, taşlı tuşlu kıyafetlerin vitrinlerde gözleri kör ettiği; kaynak sarı saçlı, büyük taşlı küpeli, gösterişli elbiseli, parlak pembe taytlı kadınların çarşı-pazara indiği zamanlar. Benim de televizyon dünyasına adım atıp, dizi ve programlarla adımı duyurmaya başladığım sıralar. Barbie bebekleri yanında silik bırakmadan ekrana çıkılamayan yıllar.

Tiyatroda çok erken gelen bir başarıyla bir anda kendini televizyon ışıkları altında bulan Berna’nın, bu bol yaldızlı dünya ile imtihanı tam da bu şatafatlı döneme rastlıyor işte. Üzerimde, o zamanın olmazsa olmazı “strech” bugünün deyişiyle “skinny” kot pantalonum, babamınmış gibi 3 beden büyük duran bol yazılı “t-shirt”üm ve o yaşıma kadar sahip olduğum tek kıymetli parçam olan “Nike” pabuçlarım ile kısaca İzmir’den kalma hâlimle zamanın ruhundan epey uzaktayım. Önce ünlü bir derginin moda editörüne gönderiliyorum. Beni modaya yani ekrana uygun hale getirsin diye. Kanalın verdiği bütçeyle birlikte editör hanım filmlerdeki gibi elimden tutup beni alışverişe çıkarıyor. Önce “ben bunları giyemem” diyorum ama sonra bu otoriter bilir kişi karşısında boynumu eğiyorum. Saçlarım dümdüz, bu yüzden beni havalı göstermek için maşalanıyor, sanki dudağımı takmaymış gibi gösteren aşırı parlak ve cırtlak bir pembe ruj yüzüme yapıştırılıyor, cânım Nike’lerim dama atılıp, giyer gibi değil de sanki biner gibi hissettiğim taşlı topuklu ayakkabılar önüme geliyor. En janjanlısından paket kâğıdı gibi görünen saten bluz ve mini etekle işlem tamamlanıyor. Artık ekrana çıkmaya lâyığım; daha doğrusu öyle olduğumu söylüyorlar. Böyle yanar döner halde televizyon macerasına atılıyorum. Sonrasında her gün kotumu ve lastik pabuçumu çıkarıp, olmadığım birine dönüşerek ekrana çıkmaya devam ediyorum. Zaman çabuk geçiyor... Artık tanınıyorum, para kazanıyorum, ekranda seviliyorum. Belki biraz daha sözümü dinletiyorum. En azından parlak ruju sürdürtmemeyi başarıyorum. Ama saçlar hâla maşalı. Çünkü, dümdüz saçlarım zamanın gösterişli modası için çok zayıf kalıyor. Ekrandaki beni tanımıyorum dahası gittikçe ondan sıkılmaya başlıyorum. Seyirci, bana baksın, “beni” gerçekten görsün istiyorum. Giydirilmiş bir bebek olarak benden hoşlanacaklarına, olduğum hâlimi, sevmezlerse de sevmesinler istiyorum. Ve bir gün kuaföre gidiyorum, “kes” diyorum. “Kat” mı diyor, “kısacık” diye karşılık veriyorum. Salonda oturan 5 kadından 3’ü kaynaklarını daha uzun ve gür olarak yeniden yaptıracaklarını anlatıyor. “Kadın dediğin uzun saçlı olur” diye onay sesleri geliyor. “Kararlı ama bir o kadar da kararımdan vazgeçme korkusunun aceleciliğiyle “kısacık kes, hemen!” diyorum. “Bir daha kimse saçlarıma maşa yapamayacak” diye içimden geçiriyorum.

Haberin Devamı

Beni süsleyen çerçeve

Haberin Devamı

Böylece, ülkemiz televizyon dünyasının “güzellik” anlayışında ilk radikal hareketi yapan kadın oldum. Kısa saçlarım, gündelik kıyafetlerim ve “ben” gibi hâlimle, “çocuktan al haberi” programını sundum. Sonra elle tutulamayacak kısalıktaki saçlarımla “Evdeki Yabancı“ dizisindeki aşk hikâyesinin kahramanı oldum. Saçımı kesmekle, aslında kendi hayatıma devrim yaptım. Kendimi, kendi ellerime aldım. Beni süsleyen çerçevemden kurtulup, asıl resmimi duvara astım. Her daim güzel görünmek boynumun borcu gibi baskı kuranlara meydan okudum. Ve bir daha kimse izin almadan saçıma dokunmadı. Kimse, istemediğim bir projede, istemediğim şartlarda ve istemediğim insanlarla çalışmaya beni zorlamadı. O kısa saç, dosta düşmana “burda bir ben var” diyebilmekti. O kısa saçı sevmek, kendimi sevmekti.

Haberin Devamı

Kısa saç kadının kendi hayatına yaptığı devrimdir

“Tuba Büyüküstün niye saçlarını kesti” haberini okuyunca yazdım bu satırları. Son derece geçerli ve son derece sahi bir cevap vermiş; ne “yanmıştı“ ne “rol için” ne de “hayranlarıma değişiklik olsun diye” dememiş.” Kendim için” demiş. Olgunlaşma evresidir bu kadının. “Beni kategorize etmeyin” demektir. “Güzelsem, süsümden değil bakışımın derinliğinden, görün bunu” diye isyân etmektir. “Sevecekseniz, her türlü sevin; istemezseniz de sevmeyin” diyebilmek yürekliliğidir. Özgürleşmektir. Umursamazlıktır. Kısaca ipleri eline almaktır. Biraz yorulmuşluk, biraz sıkılmışlık ve en güzeli de o kestiğin saçlarla birlikte üzerinden bir yükü atıp, yeniden doğmaktır.

Haberin Devamı

Birkaç gün geçti ki, Med Cezir dizisinin maratonundan yeni çıkan Şebnem Dönmez, asker gibi kesilmiş saçlarıyla çıktı ortaya. O arada, ülkemize gelen Hollywood’un en seksi kadını kâbul edilen Scarlett Johnson kısacık saçlarıyla gazete sayfalarındaydı. Bir başka muhteşem güzel Charlize Theron’un yine kısacık saçlarıyla plajda yakalandığı fotoğraflar vardı hemen yanında. Marilyn Monroe rolü için saçlarını bir kez kesip bir daha vazgeçemeyen Michelle Williams, artık uzattığında tepki çeken kısa saçlıların en seksisi Sharon Stone, siyahi efsane Halle Berry, olağanüstü saçlarını kesip “kendini böyle sevdiği için “Hollywood’un ısrarlarına rağmen uzatmayı raddeden Anne Hathaway, Natalie Portman, gençlerin yeni gözdesi Shailene Woodley ve Jennifer Lawrece...

Şimdi, “aman moda oldu ben geri kalmayayım” duygusu ile bir anda saçlarını kestiren ünlüler artarsa şaşırmayın. Ama hemen uyarayım, kısa saçı taşımak kolay değildir. Özgüven ister. Güçlülük, sağlam bir duruş,umursamazlık, kararlılık, biraz da vazgeçecek cesaret ister. Kısaca, kendin olabilecek yürek ister. Yoksa eğreti durur. Ha bir de iyi kesim yapacak kuaför ister. (Yeri gelmişken çok sorulan bir soruya cevap vereyim; 15 yıldır saçlarımı Salih Pehlivan keser.)

DİĞER YENİ YAZILAR