En uzun gece...

Haberin Devamı

Bünya tersine dönüyor sanki... Haziran ayına yaklaşıyoruz, ama günler değil geceler uzadı adeta! Kömür karası geceler... Bitmek bilmeyen... Uykusuz... Sanki uyursak günah işleyecekmişiz gibi, ihanet edecekmişiz gibi, daha çok can kaybedecekmişiz gibi... Gözümüz ekranda, yarım yamalak dalışlarla ulaşıyoruz sabaha. Yastayız... Ve bu yas, öyle ilân edildiği için değil... Üç günlük de değil... Bu acı, anlatılır gibi değil... Her geçen gün, umutlar azalıyor, kopan canlara yenileri ekleniyor, facia her saat daha derine gidiyor. Bu acının dibi neresidir, kimse kestiremiyor. Günler geçmesine rağmen, belirsizlikler sürüyor. Yetkililer açıklama yapmıyor. Kimse, kaç kişi vardı, geride kaç kişi kaldı söylemiyor. Facianın nedeni ile ilgili her yetkilinin ayrı bir açıklaması var. Bizlerinse, sırlar ve ihmaller pençesinde yeniden gün ışığını yakalamaya çalışan madencilerle birlikte karanlığa gömüldü ruhlarımız.

YA İNSANLIK FITRATI?

Belki de kaybımız hiçbir zaman net olarak açıklanmayacak. Kaç kaçak işçi vardı bilmeden, sonuca ulaşmak zor. Sorumlular köşelerinden çıkmıyor. Bakan Yıldız da “Çocuk işçi çıkarsa istifa ederim” diyerek, olaydaki binbir vehameti kıvrak bir algı yönetimiyle teke indirerek mesuliyeti bertaraf etti. Yoksa, neresinden tutarsanız elinizde kalan bu facia için, istifa etmek isteyen yetkili olursa, onlarca sebep bulabilir rahatlıkla. “Madenciliğin fıtratında bu var” diyen Başbakanımız, 1862’de İngiltere’deki maden faciasından örnek verirken, o tarihte daha partisinin sembolü olan ampulün icat edilmediğini biliyor mutlaka. 2014 yılında yaşanan bu felaketten sonra Başbakan, kurmaylarına “Bakan olmanın fıtratında da istifa var” hatırlatmasını yapacak mı acaba? Ya da 1906 yılında Amerika’da yaşanan faciayı hatırlatırken, bugün ABD’de madencilerin ailelerine hane başı 1,5 milyon dolar tazminat ödendiğini de dikkate alacak mı? Her ne kadar Dünya Savaşları’ndan beri böyle büyük maden faciaları yaşanmamış da olsa, biz önümüze değil geriye bakarak örnek seçiyoruz halâ...

Peki ya bundan sonra... Bu yas bitmez... Gidenler, geri gelmez... Ama sarılacak çok yara var geride. Daha önceki deprem felaketlerinde yaşadıklarımızın tekrar etmemesi için, toplanan yardım malzemelerinin yağmalanmaması, paraların yok olmaması için şimdi çok iyi organize olunmalı. Sosyal medya bu konuda en hızlı etkileşim alanı, inadı bırakıp bu mecra faydalı bir şekilde kullanılmalı.

ÜNLÜLER NE YAPSIN

Gelelim, “facialar” ve “ünlüler” meselesine... Her felaketten sonra duyduğum aynı: Ünlüler bölgeye gitsin! Sebep: Moral olur! İnsanların yüreği kor alevken, canından kopan onlarca kişi toprak altındayken, ünlü görünce morali düzelecek öyle mi? İnsanların “morali bozuk” değil dostlar, insanların bahtı kömür karası! Ve bu, bir ünlüyle fotoğraf çektirerek hafifleyecek bir acı değil. Bana gelen yüzlerce mesaja cevabımı şöyle veriyorum: Felaketlere el uzatmanın ünlüsü ünsüzü olmaz. Aslolan insan emeğinin gücüdür. Ben bugün acılar bu kadar taze, yardım ihtiyacı bu kadar fazlayken, Soma’ya “ünlü” olarak “moral vermeye” gitmeye utanırım. Kırk koldan haber yolladım. İhtiyaç varsa, çocuklara bakarım, yemek dağıtırım. Malzeme ihtiyacı varsa, depremlerde de yaptığım gibi firmalardan yardım toplarım. Çalışmak için gönüllüyüm. Ayrıca, bireysel ünlü ziyaretlerinin, orda canla başla çalışan görevlilere ayak bağından başka getirisi olmadığını deprem zamanı tecrübelerimden gayet iyi biliyorum. Kriz merkezi yardım konusunu da organize etmeli. Kırk kafadan kırk ses çıkararak başı boş kalabalıklarla emekler de yardımlarda havada kalmamalı. İlerleyen zamanlarda bir yardım gecesi düzenleyerek, konserlerle para toplanır elbette, bu işin en kolay yanı. Ama bu gün, el emeğiyle yaraları sarma zamanı... El birliğiyle, bu karanlık geceler, aydınlığa kavuşmalı...

DİĞER YENİ YAZILAR