Savaşın yaraladığı kent

Kelimenin tam anlamıyla, “yaralı” bir kent Mostar. Pek çok yer gezip gördüm ama gittiğim hiç bir kentte bu kadar ağlamadım. Acı, evlerin duvarlarına sinmiş sanki.

Haberin Devamı

Havada, insanın yüreğini burkan bir şey var. Görünmeyen ama varlığını her an göğsünüzün üzerinde hissedeceğiniz büyük bir ağırlık... Oysa alabildiğine neşeli insanları.
Eğlenceyi baş tacı etmişler. Ama şen yüzlerin altında kurumamış gözyaşları var sanki. Bir türlü kapanmayan derin yaralara, eğlence kabuk bağlamış gibi. Maske sanki...
Acılara, yaralara, kayıplara, ihanetlere, umutsuzluklara ve en önemlisi yıkılmışlıklara...
Her zaman görmek istemişimdir Mostar'ı. Mostar Köprüsü'nü... Gözümüzün önünde yıllarca süren vahşetin artık bittiğini, yerinde görmek arzusu bu belkide...

Acı günler geride kalmış olsa da, insanlık tarihinde kara bir leke olarak kalacak yaşananlar. Ama bu günümüze ve Ortadoğu'da yaşananlara bakılırsa, insanoğlu mazideki utançlara yenilerini eklemeye devam edecek. Masumlar katledilirken, insanlık payına düşen utançla yaşamaya mahkum edilecek. En acısı şu ki, vicdanlar tarihten ders almıyor.
Gelecek nesillere, acı ve utanç miras kalıyor. Bu yüzden "Savaşa Hayır" diye haykırmalıyız hep birlikte!

Şehir dünya mirası listesinde

Mostar köprüsü, fotoğraflarında gördüğünüzden çok daha muhteşem. Mimar Sinan’ın öğrencisi Osmanlı mimar Hayruddin tarafından 1566’da inşa edilmiş. Savaşta yıkılmış ve taşları Neretva nehrinin sularına gömülmüş. Mostar Köprüsü ABD, Türkiye, Hollanda, İtalya ve Hırvatistan'ın katkılarıyla aslına uygun olarak yeniden inşa edilerek 2004 yılında yeniden kullanıma açılmış. Mostar, Hersek'in başketi. Adını, bu Osmanlı köprüsünden alıyor. Yaklaşık 100 bin nüfuslu, ağaçlar altında, nehir boyunca uzanan taş evlerin şekillendirdiği, şirin bir yerleşim. Savaştan sonra şehirde zarar gören binalar tamir, tarihi eserler restore edilmiş. Avrupa Birliği restorasyon çalışmaları için 15 milyon dolar harcamış. 2005 tarihinde eski Mostar şehri, UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınmış.

Savaşın yaraladığı kent


Köprünün başında "Don't forget 93" yazılı bir taş bir blok var. Zaten unutulması mümkün olmayan acılara gönderme yapan bu yazı bile insanın boğazını düğümlemeye yetiyor. Köprü, baş döndürücü yükseklikte. Üzerinde yürümek zor olduğundan, insanların kaymaması için ince beton şeritler döşenmiş. Köprünün tepe noktası 24 metre yüksekliğinde. Dört yüzü aşkın yıl boyunca, hoşgörü ve kültürel çeşitliliğin sembolü olmuş bu köprü, 30 metre uzunluğunda ve 4 metre genişliğinde.

Geleneğe göre, kentin genç erkekleri evlenmeden önce nişanlılarına cesaretlerini kanıtlamak için köprüden nehre atlarlarmış. Bugün, para karşılığı gösteri amaçlı da atlıyorlar. Açıkçası, izlerken bile benim nefesim kesildi. Elim ayağım kesildiği için kıpırdayamadım bile ama Tolga bu anı fotoğrafladı.

Köprü'den karşıya geçince, büyük bir kitapçı var. Kitapçıdan çok Mostar'ın müzesi gibi olan bu mağazada sürekli olarak, savaş görüntüleri ve köprünün yıkılışı gösteriliyor. Savaş günlerini anlatan kitap ve DVD satan bu kitapçıda, kaç saat kaldım, aynı görüntüleri kaç kez izledim hatırlamıyorum. Ama çıktığımda, artık gözümde yaş kalmamıştı.

Tolga, “Seni, kendini iyi hissedeceğin bir yere götürmek istiyorum, gel benimle, seveceksin...” diyerek ikna edip kitapçıdan çıkardıktan sonra, nehir boyu yukarı doğru yürüdük birlikte. Savaşın iz bırakmadığı ev yoktu. Ve artık acıdan içim katılmışken, 1618’de inşa edilen Koski Mehmet Paşa Camii’nin bahçesi belirdi karşımızda. Öyle güzel, öyle huzurlu ki... Bir insan olarak, bu yaşananlara karşı elimden gelen tek şeyi yaptım: Yeni savaşlar olmaması için dua ettim.

Tatilde ağlamayı göze alıyorsanız buraya gelin

“Küçük Mostar Köprüsü” diyebileceğimiz, 16'ncı yüzyıldan kalma “Kriva Cuprija”nın da üzerinden geçiyoruz. Akşam olunca, artık dükkan olmuş evler, kepenk indirip acılarıyla başbaşa kaldığında daha bir hüzünlü görünüyor gözüme. Karanlıkta, bir başka "sızlıyor" sanki geçmiş. İşte tam da bu sırada, sanki tüm yaşananları unutmak ister gibi, hüzne inat gümbür gümbür müzik başlıyor, dört bir yerden. En çok da "Tarkan" çalınıyor. Zaten, burada insan kendini hiç yabancı hissetmiyor. Çoğunluk Türkçe biliyor. Meselâ biz, nehrin kenarında Türk bir ailenin evinde konakladık. Mutfak zaten bizim mutfağımız. Köfteler fena değil. Türk kahvesi de var. Ama ülkemizdeki aşırı turistik yerler ayarında.

Zaten Mostar, en fazla bir gece konaklama yapılacak bir kent. Hatta, civar bölgelerden günübirlik turlarla da gelinebilir. Açıkçası ben gecesini sevmedim. Fazla gürültülü ve sanki yaşananları unutturmak için biraz zorlama bir eğlence... Huzursuz bir canlılık. Keşke, nehrin sesini dinleyerek, suyun ruhumuzu yıkadığını hissederek, ağaç altında oturmak mümkün olsa! Ama birbirine karışan müzik ve özenini kaybetmiş turistik lokantalar insanın keyfini kaçırıyor.
Birbiriyle çelişen duygularıyla, dengesini bulmaya çalışan bir kent Mostar. İnsan, buradaki hiç bir şeye kızamıyor. Yıllar yaraları sardıkça, insanlar huzura kavuştukça, bu kentte yeniden kendini bulacak. Dilerim bu süreçte turizmden gelen paranın cazibesi, yörenin yerelliğini nehrin sularına atıp, bu kentin ruhunu öldürmez. Size tavsiyem tatilinizde ağlamayı göze alırsanız, Mostar'ı bir an önce ziyaret edin.

DİĞER YENİ YAZILAR