Bence susalım: Birbirimiz hakkında ne kadar az şey bilirsek o kadar iyi

"Karşınızdaki insanlar hakkında çok şey bilmek, sizi onların kontrolü altına sokar. Üzerinizde hak iddia etmeye başlarlar, bir şeyi neden yaptıklarını anlamak zorunda bırakılırsınız ve güçsüz düşersiniz." -Margaret Atwood

Birbirimizi tanımamız gerektiğine inanıyoruz.

Birbirimize geçmişimizle ilgili sorular sorup çıkarım yapmaya çalışıyoruz.

Daha önce kiminle birlikte olduğumuzun, başımıza gelenlerin bir önemi olduğunu sanıyoruz.

Aslında yok.

İnsan bir şeydir.

Tek bir şey.

O anki enerjisi.

Kainatın dört köşesinde dört farklı insan olabilir karşınızdaki.

Seçimleri, hayata bakışı, yaşayışı değişebilir.

Bu nedenle birinin geçmişini bilmek sizi şuradan şuraya götürmez.

Buraya kilitler.

Tam bu ana.

O insanın her hareketine olmayacak bir anlam yüklediğiniz ana.

İşin esasında kimseye hak vermek ya da empati başlığı altında anlayış göstermek zorunda da değiliz.

O insan, muhtemelen genele değil sadece bize o tavrı sergiliyordur.

Nedenini aramak için ona değil kendimize bakmamız gerekir.

İnsanlar reflektör gibidir.

Ya da ayna.

Sizden aldıklarını size yansıtırlar.

Birine korkuyla yaklaşıyorsanız, karşılığında korku alırsınız.

Birine açık kalplilikle yaklaşıyorsanız, onun ruhunun en gizli yerini görmeye başlarsınız.

Oysa pekçoğumuzun derdi bu değil.

Haberin Devamı

Karşımızdakinin gardını düşürüp onu teslim almaya çalışıyoruz.

İnsan ilişkilerine bir kontrol savaşı olarak bakıyoruz.

Neticede sürekli yeniliyoruz.

En çok da kendimize.

Bir şeyi yontarak, iterek, ürküterek değiştiremezsiniz.

Ancak ne olduğunu anlarsınız.

Aslında kim olduğunu.

Kriz anları mesela.

İnsan en çok zor zamanlarda döker asıl kişiliğini ortaya.

Dolayısıyla birinin hayat külliyatını da okusanız o bir anlık tepkisi kadar açıklayıcı bir cevap bulamazsınız.

Yıllar evvel bir çocukla görüşüyordum.

Neye hırslandıysa artık "Sen benim eski sevgililerim hakkında bir fikre sahip misin?" diye çıkıştı bana.

Boş boş baktım suratına.

Eski sevgilisi-leri o kadar umurumda değildi ki.

Tek umurumda olan bana nasıl davrandığı, nasıl hissettirdiğiydi.

"Gereksiz bilgi" dedim. "İnsanların Cv'lerine bakmayı uzun süre önce bıraktım."

"O ne demek? Kim olduğum umurunda değil mi yani?" diye çıkıştı bu kez.

Aslında gerçekten değildi.

Zerre kadar umurumda olmayan tek şey kim olduğuydu hatta.

"Kim olduğunu yaşayıp göreceğiz" dedim sakin sakin.

Haberin Devamı

Rahatladı.

İnsanlar kim olduklarını bilmenizi isterler.

Ve çoğunlukla anlattıkları şey, oldukları insan değil, olmak istedikleri kişidir.

İnsanların kim olduğunu sözleri anlatmaz.

Bireysel tarihleri de.

Size nasıl davrandıkları anlatır.

Bir aradayken ne hissettirdikleri anlatır.

Bunun haricindeki her şey yalan olmasa da iyi niyetle sıkılmış palavradır.

Yıllar önce bir filmde izlemiştim.

60'larına gelmiş bir jigolonun evine bir edebiyat öğretmeni kiracı olarak yerleşiyordu.

İkisi ayrı odalarda uyurken geçiyordu aralarında bu sohbet.

"Bana biraz kendinizden bahsetseniz..."

"Buna hiç gerek yok. Bence susalım. Birbirimiz hakkında ne kadar az şey bilirsek o kadar iyi" diyordu yaşlı jigolo.

Anlatmaktan korktuğu için değil,

Zamana bırakmayı bilecek kadar yaşlı olduğu için.

Hayat böyledir.

Çok konuşmak, çok anlatmak, çok dinlemek değildir mesele.

Gerçek bir bağ kurmayı deniyorsak birbirimizle,

Yan yana durup çok hissetmektir.

O insanın bireysel tarihindeki kırıkları, travmaları öğrenmek değil.

Haberin Devamı

Travma travmayı doğurur çünkü.

Bilgi korkuyu doğurur.

Korku tüm duyguları yener.

Bence susalım.

Ve elimizden geldiğince çok hissedelim.

Asla yalan söylemeyen tek şey hissettiklerimizdir çünkü.

Dünyanın kalanı, büyük sözler yumağı, süslü laflar yığınıdır.

Dünyadan hissettiklerimizi çıkarın, geriye koca bir yalan kalır.

Yalana kanmayın.

DİĞER YENİ YAZILAR