Çirkin kral gerçekte kimdi?

29 Ekim 2018

Arabesk müziğinin efsane ismi Müslüm Gürses’in hayat hikayesini beyaz perdeye taşıyan “Müslüm” filmi geçen cuma vizyona girdi. Girmesiyle birlikte de sinema gündeminin tepesine oturmayı başardı. Ancak aynı tarihte izleyiciyle buluşan diğer filmler içinde öyle bir tanesi var ki, Müslüm’ün gölgesinde kalmayı asla hak etmiyor. Yılmaz Güney’in sanat anlayışı, dünya görüşü ve zorluklarla dolu hayatının anlatıldığı “Çirkin Kral Efsanesi” belgeselinden bahsediyorum.

2012 tarihli ilk uzun metrajlı kurmaca filmi “Güzelliğin On Par’ Etmez” ile 49. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde 6 ödüle layık görülen Hüseyin Tabak’ın yazıp yönettiği, aralarında dünyaca ünlü sinemacılar Costa Gavras ve Michael Haneke’nin de bulunduğu 47 kişiyle yapılan söyleşilerin yer aldığı belgesel tam 7 yıllık bir çalışmanın ürünü.

Filmlerinin sonunda Yılmaz Güney’e teşekkür etmekten asla vazgeçmeyen ve usta ismin kendisinin sinema sevdasında büyük payı olduğunu her fırsatta dile getiren Hüseyin Tabak, projenin ilk yıllarında Yılmaz Güney’in 100’ü aşkın filmini izleyip, sanatçının yazdığı 12’den fazla kitabı okumanın yanı sıra efsane isimle ilgili yazılmış kitapları da göz ardı etmediği incelikli bir yol izlemiş. Sonrasında gerçekleştirdiği söyleşilerle birlikte tam 110 saatlik bir malzemeyi 2 saate indirip aynı zamanda da izleyiciye vermek isteneni tam manasıyla aktarmayı da başararak, bu anlamda da takdir edilesi bir emeğe imza atmış.

Kiarostami ve Gatlif belgeselde yok!

İlk olarak Güney’in 33. ölüm yıldönümünde Toronto’da izleyiciyle buluşan ve ardından dünyada başka festivallerde de gösterilen film, Güney’in sinemacılığının yanı sıra özel hayatına da ışık tutuyor. Nebahat Çehre ve Fatoş Güney, annesi, çocukları ve yakın dostları usta sanatçıyı iyiyisiyle kötüsüyle anlatıyor ki, bu da belgesele hoş bir doğallık katıyor. Tuncel Kurtiz, Tarık Akan, Halil Ergün, Ayşe Emel Mesci, Yılmaz Atadeniz, Canan Gerede gibi eski Cannes Film Festivali direktörü Gilles Jacob, Fransa’nın eski Kültür Bakanı Jack Lang belgeselde yer alan isimlerden sadece birkaçı. Aynı zamanda Tabak’ın görüştüğü fakat zaman kısıtlaması sebebiyle filmde hiç yer veremediği çok sayıda isim var. Açıkçası bu isimler arasında yer alan Abbas Kiarostami ve Tony Gatlif’in Çirkin Kral’la ilgili düşüncelerini merak etmiyor değilim... Belgeseli onlarca Yılmaz Güney filmi, Duvar filminin çekimiyle ilgili belgeselleri, arşivlerden çıkan söyleşilerle de destekleyen Hüseyin Tabak karmaşık bir kimliği yansıtan Yılmaz Güney’i artıları ve eksileriyle anlatabilmek gibi çok da kolay olmayan bir işin altından kalkarak ortaya izlenesi bir belgesel çıkarmış...

Devamını Oku

‘NASA’nın arka yüzü çok şiirsel’

4 Ekim 2018

İlk aydan inişten son Mars gezisine, gezegenimizin sağlığını ölçen geniş uydular ağına kadar, NASA’nın (Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) benzersiz cevap ihtiyacımızı gidermek için, insanlığın keşif yolculuğunun ilk adımlarını atmasının 60’ıncı yıldönümü. Nereden geldiğimizi, nereye gideceğimizi ve evrenin içinde nerede durduğumuzu merak ettiğimiz kadar Mars’ın yüzeyine ve güneş sistemimizin dış çeperlerine kadar giden efsanevi kurum NASA’yı da en az o kadar merak ediyoruz... Sayısız ödüle sahip yapımcı/yönetmen -ve aynı zamanda Başkan John F.Kennedy’nin yeğeni- Rory Kennedy de çektiği belgesel “NASA’nın Geleceğe Yolculuğu”nda bizleri tam bu noktada aydınlatıyor... 14 Ekim’de Discovery Channel’da başlayacak zaferlerinin yanında felaketle sonuçlanan misyonları ve yeryüzünün sağlığını ölçmedeki rolününe kadar bizlere tüm yönleriyle NASA’nın perde arkasını görme şansı sunan Rory Kennedy’le keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik...

Dünyanın en büyük uzay ajansı NASA’nın perde arkasına girdiniz, o ortam size neler hissettirdi?

Uzayda zaman geçiren astronotlarla konuşmayı çok seviyorum çünkü bence çok havalılar. Uzaya fırlatılırken o sesi duymak, kendi atmosferini terk etmek, dünyada o perspektife sahip olmak, uzayın sonsuzluğunda o küçük topu görmek ve bu inanılmaz deneyimin onlar üzerindeki etkisini hissetmek gerçekten muhteşem bir şey. Bu bir çeşit şiirsellik. Onların duygusal deneyimlerini ile yeteneklerini ifade etme şekilleri ve bu gezegene olan derin sevgi ve ilişki, sürecin en çok sevdiğim parçasıydı.

İzleyiciye en çok hangi noktada ışık tutmayı amaçladınız?

Bu film benim için, insanlara keşfetmenin ne anlama geldiğini, uzaya gitmenin nasıl bir şey olduğunu ve sınırları zorlamanın insana ne kadar ilham verdiğini anlatmam için eşsiz bir fırsat oldu.

En önemli buluş iklim değişikliği ile ilgili bilgiler!

NASA’nın başlangıçtan bu yana görevlerindeki zaferleri ve trajedileri incelerken sizi en büyüleyen şey ne oldu?

Devamını Oku

This Is Us baştan mı kaybetti?

17 Eylül 2018

Eylül itibariyle kanallar yeni sezonu açtı. Eskilerin yanına sıfır kilometre diziler de eklendi. Son bir iki yılda dikkatimi çeken bir ifade var. Yapımlar, “kadın işi” ve “erkek işi” olarak ayrılıyor... Romantizm ve dramın ağır bastığı diziler kadınlar için, silahların ateşlendiği, kavgaların, intikamların yer aldığı diziler ise erkeklere uygun görülüyor...

Ekrana “beyin işi” lazım!

Açıkçası ben kadın işi veya erkek işi değil de, ekranda “beyin işi” görme taraftarı biri olarak, bu tanımlamalardan pek hoşlanmıyorum. Zaten kadınlara ve erkeklere özel programlar varken, tıpkı bilgiye dayalı yarışmalar gibi, cinsiyet ayırmaksızın ailenin her ferdine hitap eden yapımlar üzerinde çalışılması gerektiğini savunuyorum. Madem ki, belli bir kesimin akşam tek eğlencesi TV karşısında ailece toplanmak, öyleyse herkesin aynı tadı aldığı bir paylaşım yaşamaları en güzeli olur...

Bu bir klişedir, toplumsal bir bozuklukla karşılaşıldığında ilk tepki “Eğitim şart!” deriz... TV ekranı da bu eğitimi vermenin en kolay ve ulaşabilirlik adına en geniş platformu. Ancak bu ekran maalesef ki, kötü, ahlaka aykırı ve kabul edilemez birçok şeyi neredeyse izleyicinin kanıksayacağı bir noktaya getirdi.

Beklentiyi düşük tutmak şart gibi!

“Beyin işi” diyebileceğimiz yapımlara hasret kaldık. Bu sebeple, Fox TV’nin, ABD yapımı “This is Us” dizisinin adaptasyonuna kolları sıvadığını ilk duyduğumda buruk bir sevinç yaşadım. Sevincim buruk oldu çünkü, bu şahane diziyi adapte etmek, bunu başarabilmek oldukça zor... Adaptasyon diziler de, tıpkı kitap uyarlaması filmler gibi genellikle başarısız olurlar ve bekleyenini hayal kırıklığına uğratırlar... “This is Us” fikri çok iyi, şahane, fakat dizinin o naif tadını yakalamak mümkün olmayacaktır diye düşünüyorken, oyuncuların birer birer açıklanmasıyla bu düşüncem daha da bir netlik kazandı. Zira ne Songül Öden Rebecca olabilir, ne de Celil Nalçakan bir Jake Pearson...

Devamını Oku

MasterChef’i sakın Ramsay görmesin!

8 Eylül 2018

Çoğunlukla davet edildiğim yemeklere gitmemeye çalışıyorum. Çünkü orada oturup yemekler iğrenç olmasına rağmen çok lezzetliymiş gibi davranamam. Böyle durumlarda diplomatik olmak çok zor.” Bu sözler dünyanın en ünlü şefi Gordon Ramsay’e ait. Şayet sayıda bir değişiklik olmadıysa en son bildiğim kadarıyla Dünya çapında 35 restoranından 8’i Michelin yıldızına sahip bir deli adam Ramsay… İngiltere’de en genç 3 Michelin yıldızını alan aşçı olarak nam salan Ramsay’in dünyaya açılışı ise MasterChef ve Hell’s Kitchen programlarıyla olmuştu… İyi yemek yapmasının yanı sıra sivri dili, sinir harpleri ve küfürü bol sert üslubuyla dikkatleri üzerine çeken asabi şefin MasterChef programı halen İngiltere ve başka birçok ülkede yayın hayatına devam ederken, TV8 de geçen hafta bu iddialı yarışmanın startını verdi…

Lezzetsiz bir yarış!

Daha önce programı hiç izlememişler ne düşünür bilemem ancak, orijinalini ve Gordon Ramsay’i bilenler eminim ki yarışmayı dehşetle izlediler... Bir daha da izleyeceklerini sanmıyorum çünkü bizim MasterChef lezzetli bir çorbanın defalarca su katılmış hali gibi olmuş… Açıkçası izleyici olarak yerli dizi ve programlarla ilgili büyük beklentilere girmemeyi çoktan öğrendik. Fakat söz konusu bilindik bir işin versiyonu olunca, en azından ucundan kıyısından da olsa aynı tadı bulma isteği doğuyor içimizde… İşte MasterChef minimum seviyedeki bu beklentiyi bile karşılamadığı gibi, yüzümüzü çokça ekşitti.

Yarışmanın tanıtımında MasterChef’e binlerce başvuru yapıldığı bu başvuruların tek tek değerlendirildiği ve aralarından 30 tanesinin MasterChef Türkiye’de yarışma hakkı kazandığı bilgisi veriliyor… Bu noktada ben sormak istiyorum, bu binlerce başvuru arasından nasıl oluyor da Yemekteyiz’in ‘sivri’ yarışmacıları son 30’a kalıyor? Üstelik bazıları sadece “Yemekteyiz” değil, daha önce yine TV8 ekranlarında yayınlanan Arda Türkmen’in sunduğu “Ver Fırına” yarışmasından da tanıdığımız yüzler… Zaten MasterChef de bu revize edilmiş haliyle daha çok “Ver Fırına” olmuş… Madem amaç rol kesip, “mış” gibi yaparak seviyesizlikten reyting apartmaktı, öyleyse adına MasterChef demeye ne gerek vardı acaba?

Jüri bundan memnun mu?
Asıl merak ettiğim şey ise jüri Somer Sivrioğlu, Hazer Amani ve Mehmet Yalçınkaya’nın böyle ciddiyetsiz bir projede olmaktan memnun olup olmadıkları… Çekimler esnasında belli ki kendilerinden bir Gordon Ramsay olmaları bekleniyor ve bunun için yönlendiriliyorlar… Şayet ben işimde son derece başarılı Türkiye’nin en iyi şeflerinden biri olsaydım, bir yarışma programında format ve reyting adına kendi karakterimin dışına çıkmayı asla kabul etmezdim doğrusu…
Öte yandan, Türkiye’nin MasterChef macerası ilk değil. Yıllar önce de Show TV ekranlarında Öykü Serter’in sunumuyla yer almıştı. Jüri Murat Bozok, Batuhan Piatti ve Erol Kaynar’dan oluşuyordu ve tıpkı şimdi olduğu onları da Ramsay taklitleri olarak izlemiştik… Taklitler aslını yaşatır derler, bu gidişle Ramsay ününü Mars’a taşıyacak…

Devamını Oku

Yaşamayanlar dizisi yaşayabilecek mi?

1 Eylül 2018

Kurtadamlar, cadılar, zombiler ve elbette vampirler… Söz konusu muhatabını sürreal bir korku dalgası içine almak olduğunda gerek sinema gerekse edebiyatın ilk başvurduğu efsanelerin ürkütücü kahramanları... Ta Babil’den kalan örneklere dayanan sayısız mit, yüzyıllar boyunca folklorik tarihsel araştırmalara konu olan sayısız hikaye… Kurtadamı, cadısı değil, zombisi hiç değil de, gecenin gizemli kan emicileri vampirlerin, her zaman kendilerine has bir karizmaları olduğu su götürmez bir gerçek… Özelikle sinema veya TV’de 2000 sonrası yapımlara baktığımızda bırakın ürkütücü olmayı, şahanelikleriyle özendirici bile oldukları söylenebilir…

6 Eylül’de başlıyor

Günümüzde isimleri dışında neredeyse haklarında hiçbir bilgi sahibi olamadığımız yapımları saymazsak, tarihin ilk vampir filmi korku sinemasının sayılı klasiklerinden 1922 yapımı “Nosferatu” denebilir… Bram Stoker’ın klasik vampir romanı Dracula çok sayıda versiyona sahip olmasına rağmen “Nosferatu” bu yapımlar arasında belki de en amacına ulşanı en rahatsız edicisi… Vampir karizması derken 7 vampir klanından en çirkini olan filmdeki bu türe gözlerimizi kapatıp, 6 Eylül’de BluTV’de izleyiciye dişini gösterecek Türk vampir dizisi “Yaşamayanlar”a açıyoruz… Zira bizim vampirlere, Elçin Sangu, Kerem Bürsin, Birkan Sokullu ve Selma Ergeç gibi, güzel kadınlar ve yakışıklı erkekler hayat veriyor. Dizinin yönetmen koltuğunda ödüllü bir isim Alphan Eşeli oturuyor. Senaryo ise Şamil Yılmaz’a ait. Dizinin konusuna dair bir bilgim yok ancak, tahmin etmek de güç değil elbette… Vampir dizisi bile olsa aşkı meşki ön planda olacaktır mutlaka…

İlk Türk vampir Şemsi İnkaya

Basında Yaşamayanlar’ın ilk Türk vampir dizisi olduğunun altı çiziliyor çizilmesine fakat 2002 yılında yayınlanan “Efsane” dizisi belli ki unutuluyor. Başrollerini Şemsi İnkaya ve Ayşegül Aldinç’in paylaştığı dizide Şemsi İnkaya, geceleri vampire dönüşen zabıta memuru Pamir Komutan’ı canlandırıyordu. Kötüleri ısırarak iyileştiren bu iyi kalpli vampirin doğumu İstanbul’un fethine dayanıyordu ve Sofya (Ayşegül Aldinç) tarafından ısırılıp ölümsüz olmuştu… İnkaya o günlerde diziyle ilgili, “Rolü alırken tereddüt etmedim. Oyuncuyum. Benim için fark etmiyor. “Üvey Baba”dan sonra çıtamı yükseltmek zorundaydım. Seyirciye farklı bir şey sunmak istiyordum. Bu rol benim için farklıydı ve çıtamı yükseltecekti. Beni yolda görenler “Abi ısırıyorsun, adamlar ne güzel oluyor” diyorlar. Böyle ısırdığımda herkes iyi olsaydı önce Ankara’ya TBMM’ye giderdim. “ demişti… Dracula filminde vampirimizin “Kan hayattır!” diye bir repliği vardır. Bakalım kan Yaşamayanlar dizisine hayat verebilecek ve onu yeni sezonlara taşıyabilecek mi?

Devamını Oku

Severler, kavuşamazlar reyting olur!

20 Ağustos 2018

Her ne kadar hava şartları mevsim normallerinde pek seyretmese de, sevgili Zeus bizimle oyun oynamayı sevse de, hala her mevsimin kendine göre olmazsa olmazlarına sadık kalmayı sürdürüyoruz... Yaz mevsiminin olmazsa olmazı ilk önce tatil, deniz, güneş elbette... Sofrada domates soslu kızartma, balkon/bahçede kahvaltı keyfi, yatak odasında sivrisinek kovucu ve oturma odasında yaz dizisi...

Zirveye kanat çırpıyor

Kiminle konusu açılsa burun kıvrılan yaz dizilerinden bu yıl bir tanesi var ki, hızını alamadı uçtu gidiyor. Erkenci Kuş’tan bahsediyorum. Kaslı zengin erkek, şapşal fakir kız dedik, klişe dedik, aman öf dedik, dalgamızı geçtik geçmesine de, birileri “hayat kısa, kuşlar uçuyor, izleyelim gitsin” deyip her bölüm ekran karşısında yerini almış olacak, dizi reytinglerde hatırı sayılır başarılar elde ediyor. Salı günü ekrana gelen 8. bölümüyle Total’de 8,53 izlenme oranı ile ilk sıraya yerleşen dizi, AB kategorisinde de 7,50 izlenme oranı ile zirvedeydi. Özeti bile Total ve AB kategorilerinde 2. sırada yer alarak yaz döneminin en çok konuşulan ve en yüksek reytingi alan dizisi ünvanını hak etti doğrusu.

Rakipleri eski filmler, tekrar bölümler

Erkenci Kuş’un bu kadar izleniyor oluşunda rakip kanalların da payı var bana kalırsa. Çünkü aynı saatlerde onlara baktığımızda defalarca kez yayınlamış filmler ve güldürü tekrarları çıkıyor karşımıza. E hal böyle olunca izleyici de soluğu, yormayan, sürprizi olmayan, aşk itiraflarının, kavuşmaların lastik gibi uzatıldığı, kasların, ölü balık bakışların, hiç kapanmayan ağızların her sahnede varlığını koruduğu “romantikimsi komedimsi” de alıyor anlaşılan... Romantikimsi komedimsi diyorum çünkü, romantik desek değil, komedi desek hiç değil...

Diziler farklı, tiplemeler aynı

Entrikalar, yalanlar, arkadan iş çevirmeler, romantik komedilerin olmazsa olmazı kötü güzel kadın, sevimli bir ailemiz de mevcut dizide. Sanırım dizinin en izlenesi sahneleri de bu tatlı karı-kocaya ait... Saf aşık Sanem’in babası, ömrünce kendi yağında kavrulmuş, prensiplerinden ödün vermeyen, sevgi dolu, dürüst, sakin, 40 yıllık bakkal Nihat’ı canlandıran Berat Yenilmez ve onun delidolu eşi Mevkibe’ye hayat veren Özlem Tokaslan Erkenci Kuş’un tartışmasız en iyileri. Sanem’in ablası Leyla rolündeki Öznur Serçeler de gayet başrol kadın olabilecek yetenekteyken, neden hep yan rollerde karşımıza çıkıyor anlamış değilim... Başrollerin iyi rol yapamaması gerek gibi bir kriter var da bizim mi haberimiz yok acaba? Öte yandan, Cihan Ercan, Anıl Çelik ve Ceren Taşçı da her ne kadar oynadıkları dizilerde iş güç konum olarak farklı insanları canlandırıyor olsalar da karşımıza hep aynı tiplemelerle çıkıyor olmalı fazlasıyla sıkıcı...

Devamını Oku

Şöhret evlilikleri neden yürümüyor?

18 Ağustos 2018

Gösteri dünyasının ünlü çiftleri birbiri ardına boşanıyor. Kimi beş, kimi 10 yıllık evliliklerini noktalarken çoğu ünlü kadının evliliği zaten bu kadar uzun bile sürmüyor. Büyük bir aşkla evlendikleri erkeklerden hızla ayrılıyorlar. Tuba Ünsal, Tuba Büyüküstün, Merve Boluğur, Ebru Şallı, Demet Şener, Emina Sandal, Seda Güven son zamanlarda boşanan ünlü isimler olarak akla gelen isimler arasında sayılabilir. Asıl soru, “ünlüler neden evlenir” Boşanma oranları her yıl artış gösterirken, sıradan, aile hayatına uyumlu insanlar bile birer birer soluğu mahkemede alırken, ünlüler dünyasında bir evliliği yürütmek hiç de kolay olmasa gerek. Bunu başarmış günümüz ünlülerinden kimler var diye hafızayı biraz zorlarsak bir, iki çift ya çıkar ya çıkmaz. Ancak söz boşananlara geldiğinde listenin sonu gelmez... Peki neden boşanır bu ünlüler? Açıkçası bana neden evlendiklerini sormak daha mantıklı geliyor... -elbette hepsinin geçerli nedenleri var- Evliliği kemirecek, ünlü olmanın getirdiği onca dış faktör etraflarında cirit atarken, bu kararı alıp nikah masasına oturmak dev hayalperestlik gibi... Doğrusu günümüzde evliliğe bakış da biraz değişti. “Bir yastıkta kocamak” değil de, “olduğu kadar” gibi düşünülüyor...

Ünlü kadınlar sevilmeye ve takdir edilmeye alışkın

İşin zorluğuna gelirsek, ünlü ve güzel bir kadın olmak mı daha zor, ünlü ve güzel bir kadının kocası olmak mı, bilemedim... İki tarafın da ünlü olmasına hiç değinmiyorum bile... Evlilik terapisti psikiyatr Dr. Evlilik terapisti Armağan Samancı, konuyu şöyle özetliyor, “Ünlü ve güzel kadınların evliliklerinin yürümesi zor, çünkü evlilik iki insanın birbirine çaba göstererek yaşadıkları uyum süreci. Bu da bir anlamda dayanma katlanma ve kendini zorlama gerektiriyor. Fakat tabii ünlü kadınlar sevilmeye ve takdire alışkın… Kendi doğrularına daha çok inanıyorlar. Bu insanlarda doğal yapılarından gelen konfor arzusu da var. Dolayısıyla ünlü kadınların çoğunda alttan alayım, idare edeyim anlayışı yok. Zor zamanlarda destek olayım yapısı da yok. Artı çok meşguller ve yaşamları hareket içinde, zamanları yok kendileri için bile yok, doğal olarak eş ve çocukları için de yok. İyi bir evlilik içinse ne kadar birlikte zaman geçirirsen o kadar başarılı olursun. Ünlü ve meşgul kadınlarda bu da azalıyor, bazıları kendileri mesleklerine ve uğraşlarına kaptırıp ilişkiden uzaklaşıyor. Ünlü ve etraftan takdir alan bir kişilik olunca evlilikteki eş seçimleri de bu duygulardan etkileniyor. Eşlerini kolay seçemiyor, mutlu olacakları sıradan insanlarla pek evlenemiyorlar. Aksine kendi çevrelerinden kendi yapılarında birileriyle evleniyorlar.”

Devamını Oku