Ne söylerler, ne bir haber verirler!

Haberin Devamı

İnsan soyunun birçok boyutu var. Bunların başında biyolojik boyut geliyor. Kendimize ister “yaratılmışların en şereflisi” diyelim, ister başka yüceltici sıfatlar yükleyelim, eninde sonunda hepimiz birer memeli hayvanız.

Denizdeki primatlardan türemiş, memeliler sınıfından canlılar.

Ama bu saptama, insan soyuna bir küçültme ya da hakaret değil.

Bence, yaratılmışların en şereflisi (eşref-i mahlukat) olmadığımız kesin. Çünkü bunca hileyi, işkenceyi, katliamı hiçbir hayvan yapmaz. Hayvanlar sadece aç kaldıkları için öldürürler ama insan denen mahluk, rekabet, şan, şöhret, iktidar hırsı vs. gibi doğada hiçbir değer ifade etmeyen kavramlar için korkunç suçlar işler, eline fırsat geçirdiğinde o kahrolası egosu yüzünden milyonları ölüme sürükler.

Mesela; dünya tarihinde Adolf Hitler kadar kana susamış bir hayvan görülmemiştir, görülemez.

Tarih; kahraman denilen katil manyakların hikâyeleriyle doludur.

Mesela Makedonyalı İskender’e “Büyük” demişler.

Niçin?

Makedonya’dan Hindistan’a kadar yüz binlerce insanı katlettiği için.

Neresi büyük bu katilin?

Adam öldürmek büyüklüğün kanıtı mı?

Elbette değil.

***


İnsan soyunun biyolojik yapısı en önemli özelliğidir. Çünkü yaşamak için gövdesinin ve bütün organlarının iyi durumda olması, iyi çalışması gerekir.

Ama genellikle insanlar bunu unutur.

Parti kongresinde heyecanlı bir nutuk atan lider, bütün hayatının siyasete bağlı olduğunu düşünür ama bu bir yanılsamadır. Çünkü o anda kalbi duruverse, beyin damarlarından biri çatlayıverse ne siyaset kalır, ne şöhret, ne başarı. Ölüm; birçok örnekte görüldüğü gibi su içerken bile yakalar insanı.

Ama nedense insanlar kendilerini biyolojik kurallara bağımlı zayıf bir canlı olarak değil de siyasal, sosyal, medyatik, ticari yaratıklar olarak düşünürler.

Hayatlarını facebook ve twitter’a bağlayanlar çoğunlukta.

Oysa en ufak bir biyolojik aksama ne facebook bırakır, ne twitter.

Ne parti bırakır, ne şöhret, ne iktidar, hatta ne de itibar.

Bugün varız, yarın yokuz!

O zaman nedir bu çırpınma, nedir bu dedikodu, nedir bu kıskançlık krizleri, nedir bu iktidar hırsı, nedir bu şöhret merakı, nedir bu muktedire yaranma çabaları.

Harun Reşit’in de yalakaları vardı, Dara’nın da, Jüstinyen’in de, Süleyman’ın da.

Bilmiyor musunuz ki en geç on beş-yirmi yıl içinde hepimiz Yunus Emre’nin “Ne söylerler, ne bir haber verirler” dediği hale geleceğiz.

Doğrusu, insanların bu hırsına, bu anlayış kıtlığına çok şaşırıyorum çok.

DİĞER YENİ YAZILAR