Babam

Haberin Devamı

Herkesin babası azizdir ve insan kaç yaşında olursa olsun babasını yitirdiğinde yetim kalır. Kardeşlerim Asım, Seyhan ve Ferhat’la birlikte zaten yıllar önce öksüz kalmıştık, şimdi de yetimliği yüreğimizin kökünde hissediyoruz.

Eğer babam, sadece bizce değil, uzun hayatı boyunca onu tanmış olan herkes tarafından “özel” olarak algılanmasaydı ve bu kadar sevilmeseydi, üzüntünün şiddeti bu kadar büyük olur muydu bilemiyorum.

Bir kelebek kanadı kadar narin ve ışıklı bir çizgi kadar aydınlık yaşadığı için onu tanıyanların acısı bu kadar derin oldu.

Çünkü hiç kimsede rastlanmayan, içten gelen bir nezaketi, bir insan saygısı vardı.

Savcılık yaptığı illerden, ilçelerden toprak getirenler onun hep bu özelliğini vurguladılar. Beş yaşında çocuk odaya girdiği zaman ayağa kalkan, evdeki yardımcı hanıma “Hadi çok yoruldun, karşılıklı birer kahve içip sohbet edelim” diyen, hayatı boyunca eşraf ve yüksek bürokrattan çok halkı seven başka bir insan tanımadım ben.

Görev yaptığı bölgelerden ayrıldığı zaman sürdürdüğü dostluklar, oraların zenginleri, ileri gelenleri ile değildi: Gardiyan Hafize hanım, Muhtar Mustafa çavuş, pansiyoncu Fatma hanım... Onların aileleri, çocukları için hep bir amca, bir baba olarak kaldı o. Ankara’da hastane işlerine yardım etti, çocuğu okuyanları hafta sonu evci olarak evinde misafir etti, velileri oldu.

Halk adamıydı, halkı sevdi, halkla sohbetten zevk aldı.

‘Devlet terbiyesi’

1878 (93) Osmanlı-Rus Harbi’nde Ahmet Muhtar Paşa’nın muhafızı olan şehit Kolağası Ömer dedesinden ve (müstantik) sorgu hâkimi Zülfikar Bey babasından aldığı devlet terbiyesi hayatının en önemli ilkesiydi.

Yargı kurumunun en tepesindeyken bir gün, kullandığı elden düşme oyuncak gibi Opel arabamızla Kızılay’dan geçiyorduk. Trafik polisi durdurdu ve epey kaba bir biçimde babama söylendi. Babam da “Hakkıaliniz var memur beyefendi. Özür dilerim” dedi.

Yola çıktıktan sonra babama niçin kimliğini açıklamadığını ve o genç polisin hakaretlerine neden ses çıkarmadığını sorduk.

“Evladım, o bir devlet memuru. Görevini yapıyor. Hiç olur mu öyle şey!” diyerek bizi susturdu.

Kara gün dostları

Hâkim dedem hacca gitmişti, savcı babam Cumhuriyet’in kalelerinden birisiydi ama kolejde okuttuğu oğlunu (beni) aynı zamanda Kur’an kursuna göndermekte hiçbir sakınca görmemişti. Bu yüzden Atatürk’e son derece saygılı bir evde büyüyen, aynı zamanda hacı dedemden ve Kur’an kursundan dini eğitim alan ben, son zamanlardaki zorlama Kemalistler-dindarlar yapay ayrımını hiçbir zaman anlayamadım.

Biz Hz. Muhammed’i manevi dünyamızın serveri, Gazi Mustafa Kemal’i de ülkemizin kurtarıcısı olarak sevdik, saydık. Hâlâ da öyleyiz.

Halkı Kemalist-dindar diye parça parça doğrayanları babam hiç bağışlamıyor ve Osmanlı’nın çöküşünü görmüş bir kimse olarak bu gidişten çok kaygı duyuyordu.

Babamın vefatı üzerine tanıdık tanımadık binlerce kişiden başsağlığı mesajı geldi. Ayrıca Yargıtay protokol kapısındaki ve Kocatepe Camii’ndeki törenlere kara gün dostu siyasi liderler, siyasetçiler, sanatçılar, iş adamları ve onun en çok sevdiği “halk” katıldı.

Aile adına, acımızı paylaşan herkese tek tek teşekkür ederim.

Mekânı cennet olsun, ışığı bizi aydınlatmaya devam etsin.

DİĞER YENİ YAZILAR