Medyanın halkla inatlaşması

Haberin Devamı

Yıllardır gözlemlediğim ve düşündüğüm bir konu bu, yeni değil. İstanbul medyası, reklam ve eğlence sektörü; sadece kendini ısıtan bir soba gibi, hep belli çevrelerde, belli ilişkiler içinde.

Onların dilinde “herkes”; gazetede, lokantada, barda gördükleri ve tweet attıkları arkadaşlarından ibarettir. Bu da ülke nüfusunun binde biri bile değildir elbette.

Ama yine de bu çevrelerin bilincinde ya da bilinç altında “Biz ne dersek halk onu dinler, zevklerine, ne yapacaklarına biz karar veririz” inancı vardır. (Her genellemede olduğu gibi burada da yazdıklarımın herkesi kapsamadığını, bu davranışların dışına çıkan, hatta şikâyet eden çok arkadaşımız olduğunu belirtmeden geçmeyeyim.)

Sanki bu ülkede medya halkla inatlaşmaktadır.

Bir kaç örnek vererek söylediklerimi somutlamaya çalışayım:

Mesela, büyük ozan Neşet Ertaş ölmeden önce İstanbul iş adamı-medya-reklamcı çevrelerinde adı pek bilinmezdi. Çünkü bu çevreler, kendilerini, rastlantıyla geri bir ülkeye düşmüş sömürge asilleri gibi gördükleri için Nick Cave’in hayatını ezbere bilir ama bizim halk müziğine burun kıvırırlar.

Ünlü bir popçu kızımızın Neşet Ertaş için hayretle “O da kim?” dediğini hatırlıyoruz. Hayatında böyle bir isim duymamıştı çünkü okuduğu gazeteler ve onların rengarenk ekleri Neşet Ertaş’tan söz etmemişti. Onların söz etmediği bir şey ise var olamazdı.

Oysa Neşet Ertaş vefat ettiği zaman Türkiye nasıl sarsıldı, hep birlikte gördük. Basın bile bu büyük sarsıntıyı hissetmek zorunda kaldı. Bırakın Türkiye’yi, Çin Halk Radyosu bile bu ölüm dolayısıyla aradı bizleri, söyleşi yaptı. Çünkü büyük ve hakiki bir yaratıcı kaybedilmişti.

Aynı olay Âşık Mahzuni konusunda da yaşandı. Bugün büyük Mahzuni milyonlarca insanın gönlünde ama medya-pop-reklam dünyası farkında bile değil.

***


Geçen akşam televizyon kanallarında gezerken birkaç kanalda halk müziği programlarına rastladım. Bayram Bilge Toker, Hacı Taşan’ın torununu ağırlıyordu. Hep birlikte o müthiş bozlakları söylediler.

Şimdi “Hacı Taşan” da kim diyenler çıkacaktır. İçimizdeki yabancılara anlatabilmek için Türkiye’nin Jimmy Hendrix’i, Ray Charles’ı desem anlarlar mı acaba?

Program boyunca bu rahmetli dostumu saygıyla sevgiyle andım.

Başka bir kanalda Mustafa Keser halk türküleri söylüyordu. Elazığlı usta sanatçıdan, bir Müslüman delikanlının Ermeni kıza aşkını anlatan harika bir türkü dinledik:

“Vardım kiliseye baktım haçına

Gönlümü bağladım sırma saçına

Gel seni götürem İslam içine.”

Delikanlı türkünün bir yerinde diyor ki: “Dinimden dönersem el beni kınar.”

Ne güzel türküler, ne harika hikâyeler bunlar.

Ege’de zeybekler, Kütahya’da Hisarlı Ahmet, ülkenin her yöresine yayılmış Alevi deyişleri, semahları, mayalar, uzun havalar, baraklar, o harika Karadeniz türküleri, Kürt ağıtları, bozlaklar, hoyratlar, gelin havaları, karşılamalar, Trakya şenlikleri, abdal geleneğiÖ Böyle bir zenginlik, böyle bir miras...

Öte yanda da gözünü Grammy, Oscar törenlerinden ayırmayan, ayna karşısında onları taklit ederek zıp zıp zıplayan, Fransız şarabı içerek medeni olacağını sanan ve çıktığı kabuğu beğenmeyen bir tosbağa grubu.

Halk deyince görebildikleri tek şey; vilallarına yakın varoşlarda söylenen arabesk nağmeler.

***


Neyse; biz bunlara boş verip bizi biz yapan nağmeleri dinlemeye devam edelim: Bugünlerde size tavsiyem Seval Eroğlu’nu ve neyzen Burcu Karaoğlu’nu dinlemeniz. Çünkü ikisi de harika.

DİĞER YENİ YAZILAR