Tersine dünya

Haberin Devamı

İnsanların çoğu içinde yaşadığı koşulları eleştirmez, ona uyum sağlamaya çalışır; kendisine dayatılan herşeyi bir doğa kanunu gibi kabul eder. Sanki herşey, öyle olması gerektiği için oluyordur: Fırtına, kar, yağmur, deprem gibi.

Oysa bazı insanlar bilir ki toplumsal, ekonomik ve siyasal olaylar, kendiliğinden oluşmaz. Bu işlerin arkasında “oyun kurucular” vardır. Ama ortalama halk zekâsının gücü bu oyun kurucuları görmeye yetmez. Kadere rıza göstermeleri bundandır.

Bakın; Türkiye dünyanın en pahalı benzinini kullanan ülke oldu ama kimsenin gıkı çıkıyor mu? Çıkmıyor; çünkü Allah böyle buyurmuş, düzen böyle kurulmuş.

Benzin örneği çok basit ve gözle görünür olduğu için dilimin ucuna geldi.

Yoksa işler bu kadar basit değil elbette.

İleride tarihçiler bizim dönemi “Kapitalist diktatörlüğün kitle kıyımı yaptığı yıllar” olarak anacak.

Çünkü hiçbir sınır tanımayan, kâr hırsından gözü dönmüş ve denetlenemeyen dev şirketler, piyasaya çıkardıkları zehirli ürünlerle insanlığı yok ediyorlar. Televizyonlarda aklı başında doktorlar çığlık çığlığa feryat etmede ama dinleyen kim!

Yediklerimizin içtiklerimizin daha da önemlisi çocuklarımıza yedirip içirdiklerimizin içi tıka basa kanser yapıcı kimyasallarla, hormonlarla, ilaçlarla, boyalarla, şuruplarla dolu.

Ekranda dondurma reklamı yapılıyor; çocuğunuzun canı istiyor, siz de gidip cicili bicili ambalaj içindeki o ürünü alıyorsunuz. Ama içindeki süt süt değil, şeker şeker değil; kimyasal aromalarla doldurulmuş rezalet bir şey.

Et ürünleri de böyle, süt de, sebze de, meyve de.

Arkasından gelsin obezite, kanser, diyabet ve hastanelere, ilaçlara ödenen servetler.

Besinlerdeki gizli hormonları almaktan sekiz yaşındaki kızların sakalları çıkmaya, oğlanların göğüsleri büyümeye başlamış.

Ne gam?

Şirket hissedarları memnun, borsa aracıları memnun, reklamcılar memnun, süper marketler memnun, televizyonlar memnun, zayıflama merkezleri, spor salonları memnun, hastaneler memnun, ilaç şirketleri memnun... Sayın sayabildiğiniz kadar.

Bu kadar memnun olan arasında, halk hastalanmış, acı çekmiş, ölmüş kimin umurunda.

Yeter ki o kutsal şirketlerin karına bir şey olmasın. Halkı zehirleseler de çevreyi, doğayı kirletseler de dünyayı cehenneme çevirseler de bir kuruş eksik kazanılmasın.

Halk nasıl olsa aptal; iki dizi, üç televizyon yıldızı, beş futbocuyla kandırılması kolay.

Gazetelerde okudum; yabancı bir futbolcuya yılda 5 milyon euro vermişler. Adam geldi diye ortalık hop oturuyor, hop kalkıyor.

Yahu adamın marifeti ayağıyla topa vurmak değil mi? İyi, güzel bu da bir yetenek ama niye kansere çare bulmak için laboratuvarda 24 saat çalışan bilim adamı

5 bin lira bile alamıyor da topa vuranın ücreti 5 milyon euro.

Niye çocuğunuzu emanet ettiğiniz, geleceğinizi hazırlayan öğretmen geçinmek için inim inim inliyor da topa vuran adam bin öğretmenin kazanamayacağı parayı alıyor?

Bunlardan, adını hatırlamadığım birinin heykelini dikmişlerdi, ertesi hafta da adam memleketine döndü?

Niye heykel dikiyorsunuz kardeşler? Ne yaptı bu adam size, hangi hizmette bulundu, vatanınızı mı kurtardı, ölüme çare mi buldu?

***


Bir başka saçmalık da sansür konusunda.

Ekranlarda patlayan tabancaları, makineli tüfekleri görmekten illallah dedik; kesilen kafalar, oyulan gözler, patlatılan beyinler; her türlü sadistlik serbest.

Ama kazara, bluzunun altından bir kadının göğsü belirse hemen sansür, yasaklama, ceza.

Ciselliğin c’si yasak ama çeşit çeşit öldürme yöntemi göstermek sonuna kadar özgür.

Oysa cinselliğin ulaşabileceği en son nokta doğumdur; yani hayattır.

Öyle çarpık bir uygarlık modeline saplanmışız ki doğum yasak, ölüm serbest.

Diyorum ya bu dünya ters: Atın önüne et, itin önüne ot koymuşlar. Biz de aval aval seyrediyoruz.

DİĞER YENİ YAZILAR