Montesquieu konusunda bir düzeltme

Haberin Devamı


Dün kırk yedincisini yayınladığım “Edebiyat Notları“, bu alana ilgi duyan okurların ilgisini çekiyor. Yazılardan sonra birçok e-posta alıyorum. Bunlar arasında notların kitap olarak yayımlanmasını isteyenler çoğunlukta. Bittiği zaman herhalde kitap halinde de çıkar.

Ayrıca bu bir gereklilik. Çünkü böyle geniş bir konuyu gazete yazılarında ele almanın sakıncaları var. Bunların en önemlisi boyut. Edebiyat alanında ele aldığınız her başlık, gazete yazısı boyutlarını aşıyor.

Bu “dizi” başladığı zaman, neredeyse bütün sayfayı kapsayan yazılar yazıyordum. Sonra bazı okurlardan, hatta gazeteci arkadaşlarımdan çok uzun olduğu için yazıları okuyamadıkları şikâyeti geldi. (Çünkü gazete okuru olarak hepimiz kısa yazı okumaya koşullanmış durumdayız.)

Bu yakınmalar üzerine konuları iki ya da üç haftaya bölmeye, özetlemeye, yazıları kısaltmaya başladım.

Dün 47. bölümü yayınlanan “Edebiyat Notları”nda, kısaltma yüzünden bir hata yapmışım. Fransız İhtilali’ni hazırlayan düşünürler, (öncüller) arasında adını andığım Montesquieu, bu kısaltma sonucunda “liderlerden“ biri olarak çıkmış.

Böylece 1755‘te yani 1789 ihtilalinden önce ölmüş olan bu büyük düşünürün ömrüne bir ek yaptığım izlenimi doğuyor.

Oysa ben 18. Yüzyıl’ın önemli filozoflarının Fransız İhtilali liderleri üzerindeki etkisini anlatmak istiyordum.

Hata, kısaltma işlemi sırasında paragrafları atarken, bazı kelimelerin yanlış yere girmiş olmasından kaynaklanıyor.

Düzeltir, özür dilerim.

***


Son iki edebiyat notu, şiir ve ideoloji üzerineydi. Bu yazılarda Batı toplumlarının düşünceyle, Doğu toplumlarının ise şiirle değiştiği tezine örnekler veriyordum.

Bizim, Namık Kemal, Tevfik Fikret gibi şairlerin yarattığı toplumsal dönüşüm fırtınası, Fransa’da Rousseau, Voltaire, Montesquieu gibi düşünürlerin imzasını taşır. Rousseau’nun eşitlikçi cumhuriyet fikri gibi, Montesquieu’nun “Erkler Ayrılığı“ kuralı da yalnız Fransa’yı değil Amerikan anayasasını etkiledi.

Montesquieu daha 18. yüzyılda despotik yönetimlere karşı çıkarken, ideal bir hükümetin mutlaka bir dengeye, yani birbirini denetleyen bağımsız güçlere dayanması gerektiğini öne sürüyordu. Yürütme, yargı ve yasama mutlaka birbirinden ayrılmalıydı. Bu üç gücün tek elde toplanması, despot yaratmaktan başka bir sonuç doğuramazdı (Demokratik rejimlerin temeli olan denge ve denetim kuralı).

Krallıklar döneminde yaşayan Montesquieu, bu ideal duruma en yakın örnek olarak İngiltere’yi görüyordu. Çünkü orada kral (ya da kraliçe) yasayı öneriyor, parlamento yasayı yapıyor, bağımsız mahkemeler de yasayı yorumluyordu.

Montesquieu daha 1700’lü yıllarda, bugün bile ulaşılması zor olan bir demokratik yönetim anlayışını tarif ediyordu. (Bir kraliyet olan Britanya’nın demokratik rejimle yönetilmesi ama adında Cumhuriyet bulunan birçok ülkenin despotluğa kayması, Rousseau’dan çok Montesquieu’yu haklı çıkarmıyor mu?)

Bu ve benzeri düşünceler, dünyada büyük dönüşümlere öncülük etti.

Ama Doğu toplumlarında böyle bir felsefi önderlik görmek pek mümkün değil.

Doğu şiirle düşünür, onunla nefes alır, heyecanlanır ve doğal olarak şairlerin sözlerini slogan haline getirir.

Bizde Osmanlı’nın yıkılışı, Cumhuriyetin kuruluşu, sol ve sağ akımların doğuşu gibi önemli olaylara filozoflar değil şairler öncülük etmiştir.

Bence bu Doğu toplumlarının çıkmazını açıklayan tarihsel bir olgu ama bugün ne yazık ki o bile kalmadı. Artık bu işlevi medya üstlenmiş durumda.

Çünkü ne felsefe var ortalıkta, ne de toplumu sürükleyen şiir.

DİĞER YENİ YAZILAR