Yazarların kazancı

Haberin Devamı

Bugünkü yazım kitaplarla ilgili olmasına rağmen her pazar yayımladığım “Edebiyat Notları” içinde yer almayacak. Çünkü güncel konulardan söz ediyor.

***


Geçenlerde Forbes dergisi Türkiye’nin en çok kazanan yazarları diye, içinde benim de bulunduğum bir liste yayımladı. Listeye baktığınız zaman, gerçekten dudak uçuklatıcı kazançlar belirtiliyordu.

Ama kitaplarımdan kazandığım telif hakkıyla dergide yayımlanan miktar arasında çok büyük bir fark vardı.

Bunun üzerine yayınevimi aradım, yıl boyunca ortaya çıkan telif hakkımın toplamını öğrenmek istedim. Evet, durum dediğim gibiydi. Ortada o kadar büyük paralar yoktu.

Bunun üzerine Forbes dergisiyle temas kurduk. Bu telif bilgilerini nereden aldıklarını sorduk. Sağolsunlar bir açıklama gönderdiler.

Yayımladıkları rakamlar tahminlere dayanıyormuş. Hangi yazarın kaç kitabının satıldığı belli olduğu için, tahmini olarak telif hakkını hesaplıyorlarmış.

Herhalde ödenen vergileri de dahil etmediler.

Kısacası, dosta düşmana duyurmak isterim ki geçen yıl satılan yaklaşık 250.000 (yasal) kitabıma rağmen böyle bir kazanç söz konusu değil.

Çizgi roman

Yeni yayımlanan bir çizgi roman, bu alanın edebiyatla ilişkisi üzerinde tekrar düşünmemi sağladı. Engereğin Gözü adlı romanım üzerine bir çizgi roman uyarlaması yapıldı. Senaryoyu Fatih Çöngevel yazmış, Çağrı Coşkun ise çizmiş, renklendirmiş.

Bu bir çeşit, “romandan yapılan film” gibi bir uyarlama.

Nasıl her yönetmen aynı romandan başka film çıkarırsa, her senarist ve çizer de aynı kitaptan farklı çizgi romanlar çıkarabilir. Dolayısıyla kitabın kapağına çizerin isminin yazılması, uyarlama yapılan romanın ise içeride belirtilmesi daha doğru.

Bu uyarlama benim romanımdan yapıldığı için, değerlendirmem ya da üzerinde konuşmam doğru olmaz. Hem bu dalı fazla anlamam da.

Bu konuyu sadece, çizgi roman konusunu açmak için yazdım.

İlk gençliğimizin Ankara’sında, Kızılay’da Kocabeyoğlu Pasajı vardı. O AVM’siz dönemde orası gözümüze nasıl parlak ve büyük görünürdü bilemezsiniz. Hele alt katındaki eski kitapçılar, benim gibi meraklılar için bir cennet bahçesi gibiydi.

Neler satılmazdı ki bu dükkanlarda: Her dilden eski kitap, eski dergi koleksiyonları, popüler yayınlar...

Fırsat buldukça saatlerimi orada geçirir, kitaplar arasına gömülürdüm.

Orada birgün, büyük romanlardan uyarlanmış çizgi romanları keşfettim. Klasikler (Classics) genel başlığı altında bir İngilizce diziydi. Parlak kuşe kağıtlara basılmışlardı ve kendilerine özgü çok güzel bir kokuları vardı. Üstelik ikinci el oldukları için ucuzdular da.

Monte Cristo Kontu’ndan Üç Silahşorler’e kadar bir sürü çizgi roman aldım. (Aslında bu kitaba “Üç Silahşor” dememiz gerekir. Öteki, “Beş yumurtalar” der gibi yanlış bir kullanım ama böyle çevrilmiş olduğu için dilimize yerleşip gitmiş.)

O dergiler hem edebiyat susuzluğumu gidermeme yardım etti, hem de o zamanlar Maarif Koleji denilen (şimdiki TED) okulda öğrendiğimiz kitabi İngilizce’nin, daha gündelik kullanımlarına alışmamızı sağladı. Çünkü diyaloglardan oluşuyordu.

O günden beri çizgi romanları çok severim.

Fransa’da çok gelişmiş bir türdür bu. FNAC gibi kitapçılara gittiğiniz zaman, “bande dessinée”lere, yani çizgi romanlara büyük bölümler ayrılmış olduğunu görürsünüz.

Bir başka meraklı millet de Japonlar. Onların kültüründe de çizgi roman büyük yer tutuyor.

Son zamanlarda bizde de yaygınlaşmaya başladığını görüyorum.

DİĞER YENİ YAZILAR