Futbolda davranış bozuklukları

Toplumda yönetici, yönlendirici konumuna gelmiş kişilerin, davranış bozukluğu göstermek gibi bir lüksleri yok

Haberin Devamı

Toplumda yönetici, yönlendirici konumuna gelmiş kişilerin, davranış bozukluğu göstermek gibi bir lüksleri yok. Bazen bilinçli, bazen öfke, bazen de duygusallıkla verilen yanlış tepkiler, çoğu zaman onarılması güç yaralar açabiliyor. Bu ülkenin insanları artık çatışarak zaman kaybetmemeli. Birbirinin yaptığı işe saygı duymayan, birbirini yok sayan anlayışı terk etmeli. Uzlaşmayı, paylaşmayı, değerlerini korumayı becerebilmeli. Ama gelişen olaylara bakıyorsunuz da... Hâlâ davranış bozuklukları... Hâlâ tutarsızlıklar... Hâlâ küçük hesaplar, basit çatışmalar... Ve hâlâ ortak dili konuşmayı becermek istemeyen insanları görüyorsunuz. Hal böyle olunca, kaos, hep yaşamımızın vazgeçemediğimiz önemli bir parçası olarak yanı başımızda hazır bekliyor. Futbolumuzda da olduğu gibi. Geçtiğimiz hafta içinde yaşanan üç olaydan söz etmek istiyorum. İlki artık iyice kabak tadı veren bir kayıkçı kavgası; Haluk Ulusoy-Şenol Güneş kapışması.

Başkan şikayetçi olmaz
Önce hemen şunu belirteyim... Zaman zaman eleştirdiğim yanlışlarına karşın, Ulusoy Federasyonu Türk futbolunun tarih boyu en anlamlı, en görkemli başarılara imza attığı dönemin federasyonu. Eğer futbolumuzun altın çağı bu döneme rastlamışsa, bu federasyonun da farklı bir misyonu üstlenmesi gerekir. Sorumlulukların daha arttığı, hedeflerin daha büyüdüğü, işlerin daha yoğunlaştığı böylesi bir dönemde, federasyonun başındaki kişinin ağzından çıkan her lafa, attığı her adıma, her zamankinden daha çok özen göstermesi de gerekir. Bir federasyon başkanı, hataları da olsa Milli Takım Teknik Direktörü'nü kamuoyuna şikayet edemez. Varsa, kirli çamaşırlarının ülkenin gözü önünde yıkayamaz. Medya aracılığıyla o teknik direktörü karalayamaz, aşağılayamaz, kişilik haklarına varan saldırıda bulunamaz. Federasyon Başkanı, futbolun en tepe noktasındaki kişidir. Karar merciidir. Gerekirse, gereğini yapar. Ya oturur, uzlaşır, anlaşır, birlikte çalışmayı sürdürür. Ya da "Buraya kadar" der, son noktayı koyar. Dahası, "Öyle adamlar var ki bu görevde olmasam iki kafa çakar, devirirdim. Şimdi iki paralık adamları öpmek zorunda kalıyorum" gibi bir ifadeyi hiç kullanamaz. Çünkü, iki kafa atan adamdan Futbol Federasyonu Başkanı olmaz. Futbol Federasyonu Başkanı da aba altından sopa göstererek kimseye tehdit savuramaz. Ülke futbolunu yöneten kişinin ağzına, bir anlık öfkeyle de olsa şiddet içeren laflar yakışmaz.

Kimse küfür edemez
İkinci olay, Fatih Terim'in G.Saray antrenmanında Ümit Karan ile Berkant arasındaki tartışmayı görüntülemeye çalışan gazetecilere yaptığı hakaret. Hatırlatmaya bile gerek yok Terim bu ülkenin futbolda yetiştirdiği en büyük değerlerden birisi. Ama son dönemlerde öylesine gel-gitler yaşıyor ki... En yakınındakiler bile artık onu tanımakta, anlamakta zorlanıyor. Bir bakıyorsunuz olgun, saygın, çağdaş bir adam. Bir bakıyorsunuz ağzından çıkanı kulaktarı duymayan bir başka adam. G.Saray'ı yakından izleyen ve sırf olayı görüntülememeleri için antrenmandan kovulan muhabirler, tıpkı o gün olduğu gibi zaman zaman hakarete uğradıklarından söz ediyor. Hatta o hakaretlerin bazen ana-avrat küfre dönüştüğünü anlatıyor. G.Saray bu ülkenin takımı. Ne Fatih Terim'in, ne de bir başkasının tekelinde. O gazeteciler, o takımla keyifleri için beraber olmuyor; bir kamu görevi yaptıkları için takip ediyor. Bırakın G.Saray'ı, dünyanın her yerinde, her önemli takım medya tarafından izlenir. Bu yapılırken de insanlar birbirlerinin işine ne burun sokar, ne de çalışma hakları engellenir. Belli kurallar ölçüsünde herkes sorumluluklarını yerine getirir. "Antrenmanda tartışma çıktığı, kavga olduğu zaman görüntü almak yasaktır" gibi bir kural, hiçbir yerde yoktur. Adı ne olursa olsun hiçbir teknik adam görevini yapan gazeteciye hakaret edemez. Hele küfür, hiç edemez. Ama bu medyanın içinde öyle kişiliksiz, öyle onursuz, öyle tepkisiz, öyle omurgasız adamlar da var ki... En kutsal değerlerine küfür edildiğinde bile güler geçer, en ufak bir tepkiyi bile gösteremez. Zaten bu tavırsız, pısırık, ödlek, yılışık yüz karaları yüzünden bu hakaretlerin de önüne geçilemez. Zamanında ve doğru tepkileri koyamamak, aslında medyanın günümüzde yaşadığı en ciddi sorunlardan birisi. Böylesi olaylar karşısında medya tutarlı, kişilikli, cesur ve ortak tavırlar koysa, kolay kolay ne kimse kimseye küfür ya da hakaret edebilir. Ne de 23 Nisan çocuklarının gözü önünde bile terör estirip "Atin bunları dışarı" demek cüretini gösterebilir.

Bu nasıl üslup?
Son olay, Rıza Çalımbay'ın Kocaelispor maçı sonrası yaptığı o şaşırtıcı açıklama. Bir teknik adam, kendisinin heykelini diktiren oyuncularını böylesine aşağılamaz. Suçlamaz. Meslek onurlarıyla oynayıp, iki paralık ederek ülke gündemine atmaz. Çalımbay, G.Antep yenilgisinin faturasını oyuncularına çıkardı. Beşiktaş maçı sonrası Ali Tandoğan'ı ağır bir eleştiriyle suçladı. Ve ayrılmadan önce bu kez hiç alışımadık bir üslupla Denizlisporlu futbolcuları adeta sabotajcı yaptı. Bu oyuncular bu kadar kişiliksizse, bu takm UEFA Kupası'ndaki o çıkışı nasıl yakaladı? Ya da Fiza Çalımbay, onların kişiliksiz olduğunun yeni mi farkına vardı? Niye önceden değil de işler sarpasarınca "Ben yokum" deyip Denizlispor'dan ayrıldı? Toplumda yönetici, yönlendirici konumuna gelmiş kişilerin gerçekten de söylem ve eylemleriyle verdikleri mesajlara çok dikkat etmeleri gerekli. Bu ülkenin sağlıklı yaklaşımlara gereksinimi var. Çatışmaya, vurup kırıp parçalamaya, değerleri yok etmeye değil, uzlaşmaya gereksinimi var. Hele aynı sektörün insanlarının birbirlerine destek olmaya, saygı duymaya ve davranış bozukluklarından uzak yaşamaya gereksinimleri var. Çünkü bu ülkenin, futbol da dahil, her alanda atılım yapmaya ve çağdaş çizgiyi yakalamaya gereksinimi var.

DİĞER YENİ YAZILAR