Gazete Vatan Logo

Yecüç ile Mecüç kavminin sırrı..

Kitapta "Boyları kısa, vücutları ufak, renkleri sarıydı.. Beni Asfar denilen sarı renkli bu kavim ahir zamanda maşrikten mağribe (doğudan batıya) kadar her yerde hakimiyet sağlayacaktı.." diye yazıyor.. Bunlar Japon değil de ne?

Devir Sultan Abdülhamid devri.. Osmanlı ahalisi o vakitler Japon'u nereden bilsin? Tatar'ı, Kıpçak'ı, Rum'u, Kürt'ü, Arap'ı bilir.. Acemden halı almış, tütün satmış.. Balkanlar'da ne kadar millet varsa kız alıp, kız vererek akraba olmuş.. Habeş'ten, Sudanlı'dan bile haberi var..Sudanlı'yı nasıl bilmiş diye şaşmayın.. Keykavus, gençler için yazdığı görgü kitabı Kabusname'de "Sudanlı kızlar iyi hizmetçi olur.. Ammavelakin Habeş kızlarının hakkı cariyeliktir, çünkü kış gelende efendilerinin yatağını en iyi onlar ısıtır.." diye yazmış.. Görgülü aileler de bol bol Habeşli, Sudanlı köle almışlar.. Anlayacağınız bizim ahalinin Habeş kızlarından dahi haberi var, bir tek Japon'u tanımıyor..

Kibarlık başa bela..
İki Japon kruvazörünün İstanbul'a getirdiği adamlar sokaklara dağılıp da her şeye dikkatli bakınca bizimkiler huylanmış.. Eciş bücüş, gözleri taze çizilmiş zeytin gibi çekik bir sürü adam üstelik biriyle karşılaştıklarında yarı bellerine kadar eğilip selamlıyor, yerden temenna çakıyorlar.. İlle de kibarlar.. Bizim millet kibar insan gördü mü bir duralar.. Kendine karşı bir planı var sanır.. Bu yakın zamanlarda bile böyledir.. Bir iki yıl önce dinlemiştim.. İstanbul'dan genç bir avukat bir davaya katılmak üzere güney illerinden birine gitmiş.. Sabah erkenden, adliyeye gitmek üzere otelden çıkmış..
Bir simitçiye rastlamış.. Kahvaltı etmediğinden "Şuradan bir simit alıp yiye yiye giderim.." diye düşünmüş.. Simitçiye sokulup "Lütfen bir simit verir misiniz?" diye sormuş.. Simitçi lütfenli hitabı duyunca genç avukata kuşkulu gözlerle bakarak sormuş: "Paran var mı laaa!" "Var tabii.." "O zaman ne yalvarıyon laaa?"

Hamid-i Sani zamanında İstanbul'a gelen ilk Japonların yarattığı kuşku da böyle bir şey.. İşin içinden çıkamayan ahali, ulemadan kimselerin kapısına yığılıp Japonları tarif etmişler.. "Yiyor içiyor, bizim gibi yürüyorlar.. Hatta insan gibi fikirleri var.." deyip "Bu ne iştir?" diye sormuşlar.. Ulema o güne kadar Japon mu görmüş ki nedir, ne değildir, söylesin.. Sen ulemaya "Cebrail'in kanadında kaç tüy var?" diye sor, sana "360 bin tüy var.." diye kesin cevap versin.. "Cebrail göle dalıp çıktığında kanadının tüylerinden damlayan sular ne olur?" diye sor, sana "Her damladan 360 melek halk olunur.." desin.. Ama Japon'u sorma.. Bereket ulemanın elinin altında kitaplar var.. Açıp Japon'un tarifine kim uyar, diye bakmışlar.. Böylece Beni Asfar kavmine bağlı Yecüç ile Mecüç taifesinin bahsini bulmuşlar..

"Bunlar olsa olsa Yecüç Mecüç taifesidir, görünmeleri kıyamet alametlerindendir.." haberini vermişler..Şimdiki zamanın aktüel konusu nasıl ufolarsa o günlerin mevzusu da "kıyamet" alametleri.. Yakın olduğuna o kadar inanılıyor ki.. Bazı hanelerde ev halkı yatağa girmeden önce helalleşip, yorganı tepesine öyle çekiyor.. Abdülhamid de duyuyor..
Ahali vehimli.. Padişahımız efendimiz onlardan daha vehimli.. Söylentileri duyması ile beraber ulemadan Hicazlı Esat Efendi'yi saraya çağırtıp fikrini sormuş..

Hicazlı Esat da "Doğrudur Sultanım, maalesef kıyamet yakınlaştı.." demiş.. İspat için de Enbiya süresinin 96'inci ayetindeki "Hatta Yecuc ile Mecuc'a set açılır, onlar her taraftan akın ederler.." bölümünü okumuş.. Padişah'ın zihninin iyice karıştığnı gören Hicazlı Esat Efendi olayı biraz daha açıklamış: "Kazı tevsirlerdeki izahata göre Zülkarneyn adındaki zat doğuya gittiğinde Cabluk isimli bir taifeye rastlamış.. Bu Cabluk ismi ile Capon ismi arasındaki ilgiye bakılırsa, bunların Yecüç ile Mecüç kavminden olması kuvvetle muhtemel.." Üstelik kitaplardaki Yecüç ile Mecüç tarifi de açık: "Asfar kavminden olanların rengi sarıdır.."

Padişah'ın sinirleri iyice yerinden oynamış.. Bu Japonları kovsun mu yoksa üzerine şahbaz yiğitleri sürüp, bire kadar kırsın mı, bir türlü karar verememiş..
Zaten Padişah'in ille de karar vermesi icap etmiyor.. Ahalinin sinirleri oynak, bugün yarın Japonların üzerine hamle edip, kafa koparacaklar.. İşte tam böyle kargaşa anında Japonlarla birlikte İstanbul'a gelen tüccardan Nakamura Efendi, bugünkü İstiklal Caddesi'nde bir dükkân açmış, tabak çanak satmaya başlamış.. O andan itibaren de Japonların talihi değişmiş.. İstanbul'un kadınları feracelerini giymeleriyle birlikte kendinlerini dükkâna atar olmuşlar..

Tabaklar çanaklar kucak kucak eve taşınmış.. İhtiyarlar: "Yakında kıyamet kopacak ne yapacaksınız o kadar tabak çanağı?" diye söylense de para etmemiş Kadınlar "olsun, kıyamet gününe kadar kullanılırız.." deyip alışverişin peşini bırakmamışlar.. Birden fazla kadınla evli olanların başı daha da büyük belaya girmiş.. Karılardan biri 32 parça yemek takımı almışsa, öbürleri de istemeye başlamış.. Evin reisi: "Ocağı batasıcalar.. Zaten yer sofrasında yemek yiyoruz.. O kadar tabağı çanağı ne yapacaksınız?" diye köpürse de Japon işbirlikçisi kadınları imana getirememişler. Kadınlar en çok da komposto tabaklarını beğenmişler.. Çukur olduğundan hamam tası niyetine kullanıyor, mahallenin karılarına nispet yapıyorlarmış.. Zamanla Bay Nakamura yi başka Japon tüccarlar takip etmiş, İstanbul ahalisi de böylece Japonlara alışmış.. Yecüç ile Mecüç hikâyesi ise unutulup gitmiş..
Ama ben hâlâ Japonlara kuşku ile bakıyorum.. Bizim milletin kanına bu tabak çanak merakını soktuklarından mıdır, nedir? Bir türlü güvenemiyorum.. Bir de medya esnafı olarak hepimizi Japonlaştırdılar, buna içerliyorum..

Haberin Devamı