Gazete Vatan Logo

Umarım AB bu farkı görmek için 64 yıl daha beklemez!...

Bundan ancak 64 sene sonra Kurban Bayramı bir yılbaşıyla çakışacak. Umarım AB, en yakın Müslüman komşusunu kucaklayarak ne büyük faydalar elde edeceğini anlamak için 2071 yılını beklemez

BAŞLARKEN
31 Aralık 2006 dünya için çok anlamlı bir gündü... İslam dünyası Kurban Bayramı’nı, Batı ise Yılbaşı’nı coşkulu bir şekilde kutladı. Hem Kurban Bayramı’nı hem de Yılbaşı’nı yoğun bir şekilde kutlayan tek ülke ise Türkiye oldu.

VATAN, Türkiye’nin farkını dünyayla paylaşmak için Avrupa’nın en etkili gazetelerinin temsilcilerini Türkiye’ye davet etti. Financial Times gazetesinden Jeremy P. Grant, The Independent’tan Jerome Taylor, The Times’tan Murad Ahmed ve Alman Bild gazetesinden Julian Reichelt, 4 gün boyunca İstanbul’da gözlem yaptı.

Batılı gazeteciler, Eminönü ve Tahtakale’de bayram alışverişine çıktı; Eyüp Sultan Camii’nde Bayram Namazı’nı izledi. Kurban kesimine katıldı. Galata köprüsünde balık-ekmek yedi. Akşam ise Taksim Meydanı’nda ve Nişantaşı’nın ünlü gece kulüplerinde Yılbaşı kutlamalarına katıldı. Hayatlarında ilk kez bir hayvanın kesimine tanık olan yabancı gazeteciler derinden etkilendi. Hepsinin ortak görüşü şu oldu: “Ölüm doğası gereği şiddet dolu. Ancak dini geleneklerine bağlı Türkiye’nin aynı zamanda Batılı olduğunu gördük. Daha da önemlisi dünyada Batı ile Doğu kültürlerinin birarada yaşayıp yaşamayacağı tartışılırken, Türkiye’de bu sorunun üstesinden gelindiğini anladık. Medeniyetler buluşması Türkiye’de gerçekleşmiş.”

İngiliz ve Alman konuklarımız, Türkiye izlenimlerini kendi gazetelerinin yanısıra VATAN için de kaleme aldı. Batılı gözüyle Türkiye’nin nasıl göründüğünü net bir şekilde kavramak istiyorsanız, bu yazı dizisini yakından izleyin.

Kurban Bayramı’na İstanbul’da tanık olmak, birbirimizin kültür ve dinleriyle ilgili kaçınılmaz önyargılarımızı sorgulamamda bana yardımcı olan daha önceki şaşırtıcı bir tecrübemi hatırlattı.

Bundan 2 ay önce, çok önemli bir başka dini ritüeli Hindistan’da gözlemleme fırsatı bulmuştum. Bir haber için, ülkenin güneyinde, Dravidyanlar’ın merkezi konumundaki bir bölgede bulunan Hinduizm’in en kutsal tapınağı Tirumala’ya gitmiştim. İnanışa göre burası, bütün Hindular’ın, hayatları boyunca en az bir kere ziyaret etmesi gereken bir mekan. Her gün en az 40 bin kişinin ziyaret ettiği antik Tirumala tapınağı, hacı sayısı söz konusu olduğunda Hindu yetkililere göre, Mekke ve Vatikan’a rakip durumda.

HİNDİSTAN’DA BİR SUFİ
Ormanlarla örtülü yüksek bir dağın tepesine kurulu olan tapınak, tam da böylesine ruhani bir buluşma noktasından beklenecek şekilde, bütün renkleri ve canlığı içinde barındırıyordu. Buraya ulaştığımda en çok şaşırdığım şey, karşılaştığım ilk kişinin Hindu değil, bir Müslüman olmasıydı. Adı Zafer’di ve kendisi Sufi bir hocaydı. 1000 kilometre yol kat edip Hindu tanrısının tapınağına gelmişti ve bu onun için bir ilk değildi. Öğrendiğim kadarıyla, her yıl birçok Müslüman da Hindular’la birlikte Tirumala tapınağına çıkıyordu. Hatta bazı zengin Müslüman işadamları, tapınağın faal durumda kalması için bağışlarda bulunuyordu. Hindu tanrısına ait putun bulunduğu içerideki özel bölmeye Hindu olmayanların da alındığı birkaç önemli Hindu tapınağından biri olan Tirumala’daki din adamları bütün dinleri tanıyor. Zafer’in buraya yaptığı hac ziyareti, benim gibi bir yabancıya, dinlerin tek bir renkten oluşan sistemler olmadığını, değişik kültür ve dinleri inceledikçe bunun daha da belirginleştiğini fark ettirdi.

HOŞGÖRÜ DİYARI
Dinler aslında dikkat çekici bir biçimde, yolları kesişen farklı inanç ve gelenekleri birleştirip aynı potada eritebilen sistemlerdir. Bu doğrultuda, nüfusunun çoğu Hindu olan Hindistan’da da birçok Müslüman, bölgeye has yerel ibadet geleneklerine kucak açmaktan mutluluk duyuyor ve bu çoğu zaman da karşılıklı bir etkileşim haline geliyor. Çünkü bu ülkedeki birçok Sufi türbesi de, Hindu hacılar arasında eşit derecede popüler olmayı sürdürüyor.

İstanbul’da geçirdiğim hafta sonunda Hicri ve Miladi takvimlere göre Kurban Bayramı ile yılbaşının çakışması, farklı kültür ve inanç sistemlerinin, kendileri için aynı derecede önemli bir günde mutluluk içinde uzlaşabileceklerini gösteren başka bir örnek oldu. Coğrafi olarak Avrupa ve Ortadoğu’nun kapısında bulunduğu için, her iki kültürün de elçiliğini üstlenme şansını yakalamış olan Türkiye, başta İstanbul olmak üzere, dünyanın en kozmopolit ve tarihi zenginliği yüksek bazı kentsel bölgelere evsahipliği yapıyor.

Tabii ki yeni yıl, İslam ve Hinduizm’le kıyaslandığında dini bir inanç sistemi falan değil. Ancak yeni yıl, Batı toplumunda, tarihi yüzyıllar öncesine dayanan derin bir kültürel gelenek olmuş durumda. (İngiltere ilk kez 1 Ocak 1752 tarihinde yeni yıl kutlaması yapmış, ancak bu gelenek antik Roma dönemlerine kadar uzanıyor.) Avrupa’nın giderek Hıristiyan bayramlarını unuttuğu bir dönemde, bunların yerini laik kültürel gelenekler alacak ve halk da bunları benimsemeye başlayacak.

TEZATLARIN UYUMU
İstanbul’da beni en çok etkileyen şey, Türkiye’nin birbirinden çok farklı, ancak sembolik olarak eşit öneme sahip iki kutlamayı bir anda yapabiliyor olmasıydı.

Bu yılki Kurban Bayramı’nın ilk günü aslında tam bir tezat içeriyordu. Taksim Meydanı’nda sabahın erken saatlerine kadar kulakları sağır eden bir biçimde yükselen Türk pop müziği nağmelerinden, müezzinin yanık ezan sesini ayırmak iyice güçleşiyordu.

Güne bayram namazı hutbesindeki o güzel sözcüklerle başlamak; öğleden sonra Hz. İbrahim’in Allah’a olan bağlılığını kurban keserek anan aileleri izlemek ve geceleyin de Londra’daki Trafalgar Meydanı’yla yarışan, biranın su gibi aktığı kutlamalar eşliğinde yeni yılı kutlamak gerçekten çok aydınlatıcı bir deneyim oldu. Bu, dışarıdaki insana, Türkiye’nin mutlu bir şekilde hem Müslüman hem Avrupalı; hem dindar hem laik; hem gelenekçi hem de modern olabileceğini gösterdi.

Peki böyle bir gözlem neden önemli? Bence, son dönem tarihinde hiç olmadığı kadar önem arzeden iki büyük neden ön plana çıkıyor.

LİBERAL İSLAM ANLAYIŞI
Öncelikle, 11 Eylül saldırılarından bu yana Batı dünyası sürekli olarak, İslam’ı tek bir renkten oluşan, tek bir görüşten ibaret, yekpare bir varlık olarak düşünme ve tasvir etme tuzağına düştü.

Ama artık Batı’nın İslam dünyasıyla ilgili anlayışı yavaş yavaş değişiyor. Ne de olsa en azından şu anda birçok insan Sünni ile Şii arasındaki farkı kavramış durumda. Ancak hala birçok siyasetçi ve yorumcu, Fas’tan Malezya’ya kadar 1 milyar kişinin inandığı İslam dinini, tek bir bütün olarak ’ölçülebilir ve tanımlanabilir’ bir varlık olarak görmeye çalışıyor. Ne var ki İslam da bütün diğer dinler gibi, tek başına bir kutunun içine sıkıştırılabilecek bir şey değil.

Bu yılki Kurban Bayramı kutlamalarında da rahatça görülebilen, Türkiye’deki hoşgörülü, genellikle de liberal İslam anlayışı, bizi böyle genellemeleri sorgulamaya itiyor. Tıpkı Hindistan’daki Sufi hoca Zafer’in yaptığı gibi...

Bana göre ikinci olarak da, Türkiye’nin AB’ye girişi konusunda birçok Avrupalı’nın kafasında soru işaretleri bulunmasının sebebi ekonomik ya da pratik nedenler değil, ortalama bir Avrupalı’nın Türkiye’yi öncelikle Müslüman bir ülke olarak görmesi sorun yaratıyor. Londra’daki bir taksi şoförüne ya da Berlin’deki bir fırıncıya sorun bakalım Türkiye’nin AB’ye girmesiyle ilgili ne gibi endişeler taşıyorlar. Ne yazık ki verecekleri yanıt, Türkiye’nin bir Müslüman ülke kimliği taşıması olacaktır.

KURBAN GELENEĞİ BİTMESİN
Türklere kuşkuyla bakan politikacılar seçmenlerine güvenedursun, Türkiye’nin AB’ye girişinin anahtarı da, Türkiye konusunda Avrupa halkının gönlünü kazanmakta yatıyor. Geçtiğimiz hafta sonu yaşanan çifte kutlamalar, sözde Laik (ya da Hıristiyan) Kulübü olan Brüksel’e Türkiye’nin “uymayacağı” konusunda Avrupalıların aslında ne kadar az korkmaları gerektiğini gösterdi.

Umarım AB bürokratları da, Avrupa’daki laik kutlamalarla kendi İslami geleneklerini kaynaştırabilen Türkiye’nin bu yeteneğini aynen sergileyebilirler. Ancak şahsen, Türkiye’nin AB’ye girmesi durumunda, bayramdaki kurban kesme ritüellerinin geleceğiyle ilgili korkularım var.

20 yıl içinde tekrar İstanbul’a gelirsem ve kurban kesme olayının ortadan kalktığını görürsem gerçekten çok üzülürüm. Bir canlıyı öldürmenin bütün gaddar doğasına rağmen, geçmişi bin yılı aşkın bir süreye dayanan çok önemli bir geleneğin yok olduğunu görmek istemiyorum. Dışarıdakiler, kurban kesme olayına Batılı gözüyle bakmamalılar. Aksine bunu, Hz. İbrahim’in Allah’a olan bağlılığının ve dünya çapındaki Müslümanlar’ın da bu bağlılığa gıpta etme arzusunun bir sembolü olarak görmeliler.

ÇİFTE KİŞİLİĞİN İFADESİ
Umarım, bundan ancak 64 sene sonra tekrar bir yılbaşıyla çakışacak olan bu yılki Kurban Bayramı, Türkiye’nin çifte kişiliğini açıkça ifade etme fırsatını Türklere vermiş ve Avrupalı dostlarının da, en yakın Müslüman komşularını kucaklayarak ne büyük faydalar elde edeceklerini anlamasını sağlamıştır. Gördüğüm kadarıyla Avrupa yanlısı Türkler de dünyaya böyle bir imaj yansımasından mutlu olacaktır.

Yılbaşı gecesi Nişantaşı’ndaki sefa dolu sokak partilerinden dönüşe geçtiğimde, gündüz kurban kesen, gece de rakı eşliğinde arkadaşlarıyla birlikte yeni yıl kutlaması yapan 36 yaşındaki bir işadamıyla konuştum. “Avrupa kendini bir Hıristiyan kulübü olarak görebilir ancak Türkiye onların gördüğü gibi sadece bir İslam ülkesi değil” dedi. “Belki bu yeni yılda insanlar Türkiye’nin başka bir yanını görebilir. Umarım bu, 64 yıl daha sürmez.”
Ben de dilerim ki 64 yıl daha sürmez...

JEROME TAYLOR KİMDİR?
The Independent

Jerome Taylor. Gazeteciliğe BBC televizyonunda başladı. Hindistan muhabirliği yaptı. İngiliz The Independent gazetesinin en genç ve başarılı Dış Haberler editörü.



YARIN
İngiliz The Times gazetesinin Müslüman muhabiri Murad

Ahmed yazıyor:
Türkiye’yi çok kıskanıyorum. Türkiye ziyareti sırasında yıllardır Müslüman İngiliz olarak aklımı kurcalayan soruları Türkler’in çoktan çözmüş olduğunu görmek beni hayrete düşürdü.

Aynı anda nasıl hem Avrupalı hem de Müslüman olunur?
Dostlarımın ve iş arkadaşlarımın liberal hoşgörüsü ile ailemin inanç ve geleneklerini nasıl aynı potada eritirim? İşte bunların cevabını Türkiye’de buldum.

Haberin Devamı