Gazete Vatan Logo

Türkiye siyasal İslam açısından eşsiz bir sınav

‘Türk siyasi liderliğinde İslam’ın rolünün daha Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bile tartışmalı bir mesele’ olduğunu belirten Rand Corporation, reformcu düşüncenin son yıllarda Türk teologları arasında zemin kazandığını ifade etti.

ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a bağlı ‘araştırma-geliştirme’ kuruluşu Rand Corporation, ‘Türkiye’de siyasal İslam’ın yükselişi’ başlıklı 135 sayfalık bir rapor yayımladı. Türkiye’nin Kemalist devrimden AKP’nin iktidara gelişine dek siyasal İslam’la deneyimini ve AKP’nin dış politikasını inceleyen raporun en çarpıcı kısmı, Türkiye’nin 10 yıl içinde yaşaması muhtemel dört ‘alternatif gelecek’ senaryosu. Yaklaşık 60 yıldır pek çok komplo teorisinin öznesi olmuş Rand Corporation’ın Türkiye’ye biçtiği gelecek senaryoları şöyle:
Senaryo 1: AKP ılımlı, AB yönelimli bir yol izler, iktidardaki gücünü somutlaştırır. Dindarlığın kamusal alanda ifade edilmesi üzerindeki kısıtlamalarda bir miktar erozyon yaşanır fakat İslami yasaları getirmeye yönelik çaba göstermez.
Senaryo 2: ‘Sinsice İslamileştirme’ yaşanır, yeniden seçilmiş bir AKP hükümeti daha saldırgan bir İslami gündem izler.
Senaryo 3: Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatır, fakat kriz derinleşir. AKP muhtemelen başka bir isimle yeniden ortaya çıkarken, AB’yle ilişkilerdeki gerginlik artar.
Senaryo 4: Sosyal gerilimler öyle artar ki, ordu ya ‘yumuşak darbe’ yapar, ya da, düşük ihtimal de olsa doğrudan müdahale eder. Bu ‘senaryo’ların tam çevirisi ve raporun diğer bölümlerinin özet çevirileri bugünden itibaren Radikal’de...

Çoğunluğu Müslüman laik bir demokratik devlet olan Türkiye, NATO üyesi ve ABD müttefiki sıfatıyla Ortadoğu’daki güvenlik ortamını şekillendirecek Amerikan stratejisi açısından merkezi önemde. Fakat son yıllarda Müslüman dünyadaki bölgesel siyasi çerçeveyi dönüştüren ve dinselliğin artışıyla İslam’ın siyasi ifadesinde kabarışı içeren değişimlerden de muaf değil. Bu eğilimler bir dizi faktör eşliğinde ortaya çıktı: Dindar bir girişimci sektörün ve İslami köklere sahip hâkim bir partinin yükselişi, Kemalizm ve onun çağdaş Türkiye’deki geçerliliği üzerine daha açık bir tartışma ve cumhurbaşkanı seçimi konusundaki siyasi kriz. Türkiye İslam’ın siyasi rolü ve dış politikaya etkisi açısından kilit bir sınav, birçok açıdan farklı, belki de eşsiz bir örnek..

Daha AKP’nin 2002 genel seçimindeki zaferinden önce Türk siyasetinde hatırı sayılır bir dinsel bileşen vardı. 1980 ve 90’ların hâkim merkez sağ partileri (ANAP ve DYP) daima muhafazakâr kanatlara sahipti. Necmettin Erbakan son 30 yılda bir dizi İslamcı parti kurdu ve 1970’lerde başbakan yardımcısı, 1990’larda da kısa süreliğine başbakan olarak çok etkili oldu. Çok partili demokrasiye geçilen 1950’lerden önce İslamcılığın, resmi Kemalist parti CHP’nin tekelindeki siyasi sistem içinde hiçbir tezahürü yoktu.

İslamcı köklerine rağmen AKP gizli bir İslamcı gündem izlemiyor. Erdoğan hükümeti Türkiye’nin AB üyeliğine öncelik vererek bir dizi önemli reform gerçekleştirdi. Tartışmalı 301. maddeyi değiştirmek veya kaldırmak konusundaysa birçoklarının umduğundan daha az atak davrandı. Milliyetçilerle Kemalistlerin muhalefeti, kendi saflarında da muhafazakâr milliyetçilerin olması, ayrıca yükselen milliyetçi iklim, AKP’ye bu konuda pek az manevra alanı bıraktı.

AKP, daha ziyade Batı Avrupa’daki Hıristiyan Demokratları andıran ‘Müslüman Demokrat’ bir hareket olduğunu, dini siyasi gündemi aktif bir parça değil, kültürel bir arkaplan olarak gördüğünü savunuyor. Bunun Türk siyasetinde yeni bir sentezin samimi bir ifadesi mi, yoksa ordu dahil, laikleri kenarda tutmayı amaçlayan bir taktik mi olduğuna dair tartışmalar söz konusu.

AKP, AB’yi kalkan olarak kullandı

AKP ve onun sağındaki dinci partilerdeki unsurların daha İslami bir sosyal program için bastıracağı muhakkak. Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gibi pragmatistler bunun risklerinin farkında. Bu koşullar ışığında, Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi ve AKP’nin önereceği olası anayasal değişikler, ülkedeki laik-dindar dengesi açısından kilit önemde birer sınav olacak.

Türkiye’nin farklı olmasının bir nedeni, dinin siyasi söylemin örtük bir parçası olması. Türkiye’de laikliğin bir işlevi de bu: Fransız laisite modeli uyarınca, din devlet otoritesine tabi. Anayasa, siyasi İslam’ın ifadesine katı sınır getiriyor. Dinsel birlikler yasal faaliyet gösteremiyor.

Kemalist anlamıyla Türk laikliğinin daha kozmopolit bir entelektüel tartışmanın baskısı altında evrildiğine kuşku yok. Laiklik yanlıları dinin siyasetteki rolünü kısıtlamak istiyor, fakat dinselliğe gerici gözüyle bakış artık o kadar yaygın değil. Türk laiklerinin ortak paydası, büyük oranda Batılılaşmış hayat tarzlarının aşınmasını önleme arzusu. Kentli laikler İslamcı etkinin arazlarına, bir ‘hayat tarzı’ merceğinden bakıyor...

Türkiye’nin farklılık nedenlerinden biri de tarihi. Osmanlı İmparatorluğu dünya sahnesinde önemli, Müslüman dünyada merkezi role sahipti. Laik devrim birçok alanda ülkeyi modernleştirip Batılılaştırdı. Fakat 85 yıl sonra bile sonuçları tartışmalı. Keskin bölgesel, sınıfsal ve kültürel farklılıklar sürüyor ve bu çözülmemiş gerilimler, bugünkü siyasi manzaranın parçası. AKP’nin başarısını bir yanıyla, Türk halkının müesses siyasi seçkinlerden kaynaklı rahatsızlık hissiyatını yakalayabilmesiyle izah etmek mümkün. Kilit bir soru şu: AKP mevcut rotasını sürdürecek mi, yoksa kurumsal kısıtlamalar veya daha radikal unsurların basıncı partiyi daha açık bir dinsel gündem benimseye mi sevk edecek?
Ülkenin evrimini şekillendiren kilit faktörlerden biri de AB. AB projesi AKP’nin iç ve dış hedefleriyle örtüşüyor. AKP insan hakları ve demokrasiyi, otoriter Kemalistlerden korunma aracı olarak keşfetti. Demokrasiden konuşmanın avantajlarını idrak etti -bu dil partinin Batı’yla iletişim kurup, gizli İslami gündemi olduğundan kuşkulananları temin etmesini sağladı. Erdoğan Türkiye’yi ‘pazarlamaktan’ söz ederken, küreselleşme fikrini de savundu. Karşılığında Batı AKP’nin bir müttefiki olarak ortaya çıktı.

Türkiye’deki İslami manzara:

Türkiye karmaşık ve olağanüstü zengin bir dinsel geleneğe sahip. Bilhassa son 10 yılda daha gözle görülür bir ‘dinselliğin’ ortaya çıkışı birçok etkinin bir ürünü: Kemalist mirasın solgunlaşması, geleneksel pratiklerin yeniden keşfi, dini okullar ağının ve sosyal yardım kurumlarının yaygınlaşması, demokratikleşme ve dini açıdan daha açık bir orta sınıfın yükselişi. Bir unsur da, daha dindar kitlelerin taşradan Batı’ya göçü.

Türk siyasi liderliğinde İslam’ın rolü daha Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde bile tartışmalı bir meseleydi. 17. asrın sonundan itibaren padişahın etkisinin azaldığı, ulemanın giderek nüfuz kazandığı bir süreç yaşandı. Atatürk’ün halifeliği kaldırması ve hızlı bir laikleştirmeye girişmesi, daha erken dönemde kökleri olan bir laikleşme eğilimini güçlendirdi, fakat toplumdaki tartışma ortadan kalkmadı. Siyasi İslam analizcileri, dinin siyasi otoriteye tabi kılınmasını modern Türkiye’de dini bir devletin ortaya çıkma ihtimaline karşı bir sav olarak sık sık kullandı.

Son yıllarda reformcu düşünce Türk teologları arasında zemin kazanıyor. Türk toplumunun küreselleşme ve modernleşmesinin modern bir İslam talebi ürettiği öne sürülüyor. Nur hareketiyle başlayarak, akılla vahiy arasında çatışma görmeyen ve demokrasi, dini hoşgörü, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisini içselleştirmiş dini okullar ortaya çıktı. Bu da Türkiye’yi, İslam’ın modernist yorumlarının katı dinsel muhafazakârlık karşısında tutunmakta zorlandığı diğer Ortadoğu ülkelerinden farklı kılıyor.

Din ve siyaset üzerinde ülkenin etnik ve demografik durumunun etkisi var. Osmanlı döneminde ülke farklı etnik ve dini topluluklardan menkul bir mozaikti. Cumhuriyet Türkiyesi’yse daha homojen. Gayrimüslimler, bugünün Türkiyesi’nde sayıları çok az kalmış azınlıklar. Cumhuriyetin laik tabiatı vaktiyle epey kalabalık olan bu toplulukların mirasçılarına nispeten istikrarlı, ama bazen zorlu bir ortam sunmakta. Azınlık meselesinin dini ve milliyetçi hissiyatın parlama noktaları mahiyetinde süregiden potansiyelinin dramatik bir tezahürü, 2007’de önde gelen Ermeni gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesiydi.
Etnik Türkler çoğunluğu oluştursa da, Türkiye hâlâ etnik çeşitliliğe sahip. Kürtler nüfusun yaklaşık beşte birini oluşturuyor ve entegrasyonları, ülkenin en önemli toplumsal (ve güvenlikle ilgili) meselesi. Türkiye’deki Kürtlerin çoğunluğu bugün, kentleşmiş batıya geniş çaplı göçün sonucu olarak, geleneksel bölgelerinin dışında yaşıyor. Demografik değişim, Kürt bölgelerindeki 15 yıllık isyan ve karşı isyan eylemlerinin yarattığı zorluklarla güçlenmiş durumda.

Etnik kimliğin ötesinde, birçok Türk kökenlerinin izlerini Anadolu dışına kadar sürebiliyor ve sürüyor da. Bu bağlantılar son yıllarda Türk politikasında ve dış politikada daha önemli bir rol oynar hale geldi. Kemalist ideolojiyse, bu etnik bağlantılara da pek az alan bıraktı. Atatürk için Türk kimliği etnisiteden ziyade bir yaşanılan yer meselesiydi: Türkler, Türkiye’de yaşayıp kendilerine Türk diyenlerdi. Fakat popüler algıda, Türk milliyetçiliğiyle etnik ve dinsel kimlik arasındaki çizgi genellikle bulanıktı.

Etnisite, bölgecilik ve dinsel politikalar, Türkiye’de birçok açıdan birbirini etkiliyor. Daha geleneksel ve görünür İslami pratikler kırsal ve daha yoksul bölgelerde yaygın. Kentlerde artık daha dindar topluluklar yaşıyor. Dini partiler göçmenler arasında yüksek oy alıyor, sık sık milliyetçi partileri geride bırakıyor.

PKK ve diğer ayrılıkçı Kürt hareketleri genelde İslami sağdan ziyade laik sola meyilli. Türkiyeli Kürtler arasında dini aşırılıkçılık, Kürt milliyetçiliğiyle hiçbir zaman rahat uyum sergilemedi. Ancak, bilhassa güneydoğudaki ve batı kentlerine göçen Kürtler arasındaki haklardan mahrum edilme hissiyatı hatırı sayılır miktarda Kürt’ü alternatif olarak dinci hareketlere yöneltiyor. Türkiye’nin başka bazı bölgeleri de dini muhafazakârlıklarıyla biliniyor. Sufi aktivizminin geleneksel merkezi Konya bunun önde gelen örneği.

Türkiye’de laikliğin anlamı, birçok Batı toplumundaki gibi devletle dinin ayrılmasından ibaret değil. Kemalist devlet dinin devlet kurumlarınca kontrolünde ısrarlıydı. Cumhuriyet Osmanlıların dini gözlem altında tutup düzenleme mekanizmalarını devraldı. İslam’ı düzenlemenin aracıysa başbakana rapor veren ve bütçesi birçok bakanlıktan fazla olan Diyanet İşleri Başkanlığı.

Diyanet’in İslam’ın sadece Sünni kolunu yönettiğini not etmek önemli. Başka kol veya dinlere hizmet vermiyor -bu da laikliğine rağmen Türk devletinin her dine eşit mesafede durmadığının göstergesi. Diyanet’in iki işlevi var: 77 bin caminin idaresi ve dini bilginin üretimi. Müftüler ve imamlar devlet görevlisi. Diyanet yönetimindeki dini yetkililerin siyasete bizzat dahli olmadığı söylense de, fikirleri başörtüsü gibi tartışmalı meselelere kaçınılmaz olarak dokunuyor.

Tarikatlar Osmanlı’dan beri faal

Vaktiyle Doğu Anadolu’nun siyasi kontrolü için Osmanlı’yla boy ölçüşen Bektaşi ve Safevi gibi Sufi tarikatlar vardı. Sünni çoğunlukla birleşik olmasına rağmen, tarikat hetorodoks Şii inancının unsurlarının barındırıyordu. Sufi tarikatlar, cumhuriyet döneminde yasaklanıp yeraltına itilse de, önemli dinsel ve toplumsal ağlar olarak ayakta kaldı. Nakşibendiler ve Kadiriler faal olmayı sürdürdü. Bizzat eski cumhurbaşkanı Turgut Özal İskenderpaşa Nakşibendi Tarikatı’nın destekçisiydi. Tarikatlar 1950’lerden itibaren yeniden doğuş yaşadı, siyasette dolaylı da olsa aktif rol oynadılar. Nakşibendi en göz önünde olanıydı, ki Özal’dan Erdoğan’a uzanan siyasi şahsiyetlerin bu hareketle bağlantıları vardı.

Nakşibendiler hoşgörü ve esneklikleriyle biliniyor. Üyeleri hayatı iki alana ayırıyor: Mahrem olan, dini olan. Bu da hayatın tadını çıkarma imkânı veriyor. Erdoğan’ın Nakşibendi Tarikatı’nın daha katı olan İsmail Ağa koluna bağlı olduğu söyleniyor. Türkiye’deki siyasi İslam’ın kökeninde Nakşibendiler vardı. Erbakan’ın İslamcı partileri, Nakşibendi Halidi şeyhi Mehmet Zahid Kotku’nun teşvikiyle kuruldu. Kotku’nun ölümü sonrası yerine damadı Esad Coşan geçti ve İslam’ın bir kültür olarak gücünü vurguladı. 1980’lerde birçok Nakşibendi ANAP’a katıldı. Özal’ın ağabeyi Korkut Özal, muhafazakâr güçleri bir araya getiren Birlik Vakfı’nı oluşturdu. Bu bağlantılar sonra AKP’ye taşındı. Akademisyen Şerif Mardin’e göre, Sufi tarikatların siyasi önemi bu ilişkilerde: Tarikatların temelinde kurumsal nüfuz değil, himaye ve dernekler var.

Özal dönemindeki liberalleşme Türkiye’de ‘dini bir pazarın’ oluşmasına yol açtı. Nakşibendi tarikatları, Gülen hareketi ve Milli Görüş İslam’ın toplumdaki doğru rolü konusunda yarışa girdi. Gülen hareketinin kökleri, ‘kılıcın cihadı’ döneminin bitip ‘sözün cihadı’nın başladığını savunan ve bilim ve akılcılıkla İslam’ı uzlaştırmaya çalışan Said Nursi’ye dayanıyor. Nursi Türkiye’deki Ermenilerin ve Rumların haklarını savundu ve Hıristiyan liderlerle temasa geçti.

Gülen Nur hareketini ‘Türk İslam’ı olarak yeniden keşfetti. Bireysel dönüşüm vurgusundan uzaklaşıp kamusal alana ve İslam’ı toplumsal sermayeye dönüştürmeye odaklandı. Gülen hareketi dinler arası diyaloğu teşvik etmek konusunda faal. Bir örgüt ağı Gülen’in İslam vizyonunun propagandasını yapıyor. Bunlar arasında geniş bir okul, hastane, yardım ve medya kuruluşları ağı var. Asya, Avrupa ve ABD’de de çeşitli kuruluşlar aracılığıyla yoğun faaliyetler yürütüyor.

Laiklik yanlıları bu harekete kuşkuyla bakıyor ve AKP gibi onun da İslami gündemi olduğuna inanıyor. Bazılarına göre AKP tabanının önemli kısmını Gülen destekçileri oluşturuyor. Bazı akademisyenlere göreyse, hareketin İslamcı gündemi yok; yandaşları Osmanlı çoğulculuk ve hoşgörü modelini savunuyor. Bu açıdan AKP’yle örtüşen çıkarları var: Tavizsiz Kemalist laiklik modelinin yerine dine alan açan, ama İslam devleti kurmaya çalışmayan yeni bir sentez koymak.

1950’lerde kalifiye din personeli yetiştirmek için kurulan imam hatiplerin sayısı Özal döneminde arttı. Refah hükümetinin sonlarına doğru rollerini kısıtlayan düzenlemelere konu olan bu okullar tartışma yarattı. AKP imam hatip mezunlarını, devlet dairelerinin ve şirketlerinin sorumlu mevkilerine yerleştiriyor. Hükümetin bu okulların mezunlarına üniversiteye daha rahat girme hakkı verecek yasa tasarısı şiddetli laik muhalefetle karşılaştı. Tartışmanın her iki tarafındaki Türkler de şunu biliyor: AKP kadrolarının devlet aygıtına alınması, laik-dindar dengesinde değişimin en önemli araçlarından olabilir.
Önde gelen dini azınlık olan Aleviler, sosyal ve siyasi iklimde önemli bir faktör. Alevilik için önemli olan tasavvuf; tarikatların ibadet mekânlarını kapatmaya yönelik Kemalist politika kendilerini de olumsuz etkilese de, Alevilere karşı resmi ayrımcılığı sona erdiren laik cumhuriyeti desteklediler.

Senaryo 1
AKP ılımlı, AB yönelimli bir yol izler


Bu senaryoda, AKP, AB rotasından çıkmasına yol açacak iç ve dış politikasındaki İslamcı dürtülere engel olarak iktidarını sağlamlaştırır ve ılımlı bir rotada kalmayı sürdürür. Dindarlığın kamusal alanda ifade edilişi üzerindeki kısıtlamalarda bazı aşınmalar meydana gelir ve bireylere İslami kimliklerini daha açık ifade etme yönünde daha fazla özgürlük verilir. Bunun yanında İslamcı yasal düzenlemelerin yürürlüğe sokulması yönünde girişimde bulunulmaz. Ordunun siyasi rolünün azaltılması için de çaba gösterilir. AKP hükümeti aynı zamanda dini azınlıklara yönelik sınırlamaları gevşetme yolunu da arar. Kürt ve Ermeni sorunları gibi Türk toplumunun ele alıp başa çıkmakta zorlandığı fazlasıyla hassas konularda daha açık bir tartışma alanı yaratılır.

Dış politikada AKP, bir yandan Ortadoğu’yla ilişkilerini geliştirme yolunu ararken, esasen AB-yönelimli bir rota izler. Bazı kilit önemdeki AB ülkelerinin Türkiye’nin üyeliği aleyhindeki tutumu sürer, ama üyelik müzakereleri devam etmektedir ve bu da AKP hükümetinin ülke içine yönelik siyasi reform gündemine uluslararası onay sağlar. Türkiye- ABD ilişkilerinde ara sıra yaşanan farklılıklardan kaynaklı bozulmalar, ABD’nin Irak’taki askerlerinin sayısını azaltması ve PKK’ya karşı işbirliğini artırmasıyla düzelir. Türkiye İran ve Suriye’yle yakın ilişkilerini sürdürür.

Kapatma davası bu ihtimali azalttı
2008 başına kadar bu, en olası senaryo olarak görülüyordu. Ancak Mart 2008’de Cumhuriyet Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’nde AKP aleyhine dava açması, bu senaryonun geçerliliğini şüpheye düşürdü. Sonunda AKP kapanmazsa ve iktidarda kalırsa, laik-dindar dengesini değiştirme çabası olarak algılanabilecek ya da laikleri AKP’yi iktidardan alaşağı etme yönünde başka bir girişime kışkırtabilecek türden adımlarda diretmeyip daha ihtiyatlı olması kuvvetle muhtemel.

AKP üyelerinin ve imam hatip mezunlarının, devlet bürokrasisindeki, özellikle içişleri ve eğitim bakanlıklarındaki varlıklarının artmaya devam etmesi olası. Buna karşın dışişleri ve savunma bakanlıkları gibi Kemalistlerin kalelerinde bu süreç çok daha yavaş işleyecek. Yerel düzeyde AKP yönetimindeki bazı belediyeler alkol satışının sınırlanması gibi konularda kendi İslami ahlâk kavrayışlarını kamu politikasına zerk etme yönündeki çabalarını muhtemelen sürdürecek.

İslam devletine destek az

Ancak yeniden seçilmiş AKP hükümetinin kamusal alanda İslam için alan açma meselesinde ne kadar ileri gidebileceğine dair yapısal sınırlar mevcut. Kemalist kurumsal yapı, bozulmamış niteliğini büyük ölçüde koruyor ve dinin politikadaki rolüne dair kabul edilebilir tanımlamalarda çizgiyi aşan herhangi bir hükümet, siyasi gerilimi yükseltme ve muhtemelen ordu müdahalesini kışkırtma risklerini alır. Ordunun, bürokrasi ve yargıdaki laik unsurlarla yüksek öğretim kurumlarının AKP’nin eylem özgürlüğüne yönelik baskısı bir yana, AKP hükümetini ılımlı bir yola sevk eden iki başka faktör var: Biri, ılımlı ve çoğulcu İslam geleneği. İslamın Selefi mezhebinin katı yorumu, Türk nüfusunun önemli kesiminde hiçbir zaman kök salmadı ve kamuoyu yoklamaları, bir İslam devletine desteğin az olduğunu gösteriyor. Türklerin, dindarları da dahil, büyük çoğunluğu laik devleti destekliyor.
Ilımlı rotaya yönelmeye yol açacak diğer unsur, Türkiye’nin kurumsal, ekonomik, stratejik ve büyük ölçüde kültürel olarak Batı’da yer alması. Türkiye, NATO, Avrupa Konseyi, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) üyesi ve AB üyeliğine aday. Geçen 20 yılda Türkiye, önemli ölçüde Avrupa normlarına yaklaştı. Önemli farklılıklar hâlâ var, ama eğilimler net. Bunun içinde yatan anlam, Türkiye’de İslamcı siyasetin uluslararası şartlardan, genel olarak, aynı durumun yaşandığı herhangi bir yerdekinden daha geniş bir boyutta etkileniyor olması. Bu bağlamda Türkiye’deki durum, Ortadoğu’nun çoğundan farklı.

Son bir unsur da AKP hükümetinin ikinci dönemindeki niteliğiyle alakalı. İkinci Erdoğan hükümeti, ekonomik istikrarı sürdürebilir ve güneydoğuda güvenlikle ilgili sorunlara yanıt verebilirse, sabit bir rotada kalmayı daha iyi becerecektir. İlk AKP hükümeti, büyük bir krizle karşılaşmaması bakımından talihliydi ve bu yüzden kriz yönetimi becerileri sınavdan geçmedi. Ama bir ekonomik kriz (cari açık kimi zaman alarm verici düzeyde yüksek olageldi), AB üyelik müzakerelerinde büyük bir sapma yaratabilir veya ülkenin güneydoğu sınırındaki güvenlik durumunun yanlış ele alınması, AKP hükümetini önemli ölçüde zayıflatıp hareket özgürlüğünü azaltabilir.

Bunlar, demokratik ve artan bir biçimde küreselleşmiş Türkiye’de dini siyasetin ılımlı bir yörünge izleyeceğinin göstergesi olabilecek sebepler. Ama Türkiye’deki durum açısından başka, daha az olumlu sonuçların ortaya çıkması da mümkün.

Haberin Devamı