Gazete Vatan Logo

Türkiye’de bombaya dayanıklı bina da yok bu binayı isteyen de

Çuhadaroğlu Holding, dünyanın dört bir yanında binaları giydiriyor. Şu anda Fransa İçişleri Bakanlığı’nın binasını bombaya dayanıklı sistemle giydiren şirketin Başkanı Nejat Çuhadaroğlu, “Türkiye’de ise bombaya dayanıklı tek bina İzmir’deki Nato lojmanları” dedi

Çuhadaroğlu Holding alüminyum dış cephe kaplama işini Türkiye’de başlatan şirket. Şirketin 52 yıllık geçmişi var. Kurucusu mimar Ahmet Çuhadaroğlu. Aynı zamanda Türkiye’nin bombaya dayanıklı dış cephe kaplaması yapan tek şirketi Çuhadaroğlu Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Nejat Çuhadaroğlu mesleği “bina terzisi” olarak bilinen babası Ahmet Çuhadaroğlu’ndan devralmış. İstanbul’da Maslak’taki binaların yüzde 70’inin dış cephesi de Çuhadaroğlu tarafından yapılmış. Bu konulara geçmeden önce Çuhadaroğlu’nun röportaj fotoğraflarına da yansıyan hobisinden bahsetmekte fayda var.

HOBİSİ SAVAŞ!
Nejat Çuhadaroğlu’nun hobisi maketler ve savaş teknolojileri. Kendini bildiğinden beri maket yapan Çuhadaroğlu uzun zamandır askeri üniforma, Nazi bayrakları, savaş fotoğrafları ve savaş günlükleri gibi belgeleri de topluyor. Genel müdürlük binasının bir katındaki iki oda “savaş müzesi” şeklinde düzenlenmiş. Rahmi Koç’un müzesi gibi bir müze kurmayı amaçlayan Çuhadaroğlu’nun yaptığı maketleri gördüğünüzde şaşırıyorsunuz. Hepsi temalı...

Örneğin; Gelibolu Savaşı mizanseni maketlerindeki askerlerin kıyafetleri ve silahları birebir aynı.

2. Dünya Savaşı’nı konu olan mizansen maketlerinde de tanklardan, askerlerin giydikleri botlara, içtikleri sigaralara kadar her şey orjinaliyle örtüşüyor. Nejat Çuhadaroğlu’yla sohbete işinden başladık, hobilerine uzandık.

* En son hangi binayı yaptınız?
– Esenboğa Havalimanı’nı yaptık. Türkiye’de ve yurtdışında havalimanı dış cephe kaplamaları yapıyoruz. Tel Aviv’i de biz yaptık, İstanbul Havaalanını da...

* İlk yaptığınız bina hangisiydi?
– Babam bilir. Ben hatırlamıyorum. Ama 1980’lerin başında Hilton Oteli’ni giydirmiştik.

* Babanız işe nasıl başlamış?
– 1960’lı yıllarda başlıyor. İstanbul Erkek Lisesi’ne gidiyor, babasının öngörüsüyle akademiye giriyor, yüksek mimar oluyor. Aslen Sivaslı. Babası “adam olsun” diye İstanbul’a göndermiş, iyi de olmuş. Babam bir dönem mimarlık yapıyor. Ama mimarlıkta umut ışığı görmüyor. Ve şirketini kuruyor.

* Babanız “çekomastik slikonu” üretiyor değil mi?
– Evet. İşe doğramacılıkla başlıyor. O dönemde yurtdışındaki fuarlara da katılıyor. Macun kullanıyorlar. Babam Bayer firmasının yetkilileriyle bir anlaşma imzalıyor ve hammaddesi yurtdışından gelmek üzere çekomastik slikon üretimine başlıyorlar. Böylece marka doğuyor. Küçük binalara demir pencere, kapı işiyle başlayan iş gittikçe büyüyor. Daha sonra alüminyuma geçiliyor ve macera böylece başlamış oluyor.

* Bina giydirme nasıl başlıyor?
– 1980’lerin başında. O dönemde yüksek katlı bina bu kadar çok değil. Klasik tarzdaki doğrama sistemleriyle yapılıyor binalar. Yurtiçinde bir takım binalarda denemeler yapılıyor ve sonra yaygınlaşıyor.

* Nedereyse İstanbul’daki plazaların ve alışveriş merkezlerinin çoğunu siz yapmışsınız...
– İş Kuleleri, Yapı Kredi Plaza, Sabancı kuleleri, Maslak’taki binaların yüzde 70’i, NTV, HSBC Bank, Hyaat Regency, Conrad, Akmerkez, Karum, Atakule, Dışişleri Bakanlığı binası... Bunlar ilk aklıma gelenler.

* İlk yurtdışı işini ne zaman yaptınız?
– 1980’lerde Suudi Arabistan Prensi’nin binasını yaptık. Sonra orada alışveriş merkezleri yaptık.

* Yurtdışı pazarlarına nasıl girdiniz?
– Çok kolay olmadı. Rusya’da 20 yıldır iş yapıyoruz. Örneğin Rusya’daki beyaz saray ve Gazprom binasını biz yaptık. Almanya’ya da yıllar önce girdik. Başta çok tepki aldık. “Türk şirketi istemiyoruz” sözünü direkt söylediler.

* Neden istemiyorlar?
– Oraya kendi işçimizi, teknolojimizi götürüyoruz. Türklere iyi işleri vermek istemiyorlar. AB birçok konuda “eşitlikçi davranış” diyor ama asıl ayrımcılığı onlar yapıyor. Her şeye rağmen Almanya’da iyi işler aldık. Fransa’da da aynı şeylerle karşılaştık. 2001’den sonra Fransa’ya açıldık.

KRİZ DIŞARI YÖNELTTİ
* Türkiye’de krizle yaşanan daralma mı sizi yurtdışına yöneltti?
– Evet. 2001 gibi krizden sonra Fransa’da dört iş aldık. Almanya’da Dortmund, Frankfurt, Düsseldorf’ta iş yapmıştık. Fransa’da Paris’te dört iş aldık. Bizi çok engellemeye çalıştılar. Hammadde aldığımız yerlere baskı yaptılar. Bugüne kadar Fransa’da alüminyum işinde alınan en büyük işi biz yaptık. Dört projemiz toplam 20 milyon euroluktu.

* Siz aynı zamanda bombaya dayanıklı dış cephe kaplaması yapıyorsunuz. Bunlar o tarzda mı?
– Hepsi değil, talebe göre yapılıyor. Fransa’da aldığımız son iş bombaya dayanıklı bir dış cephe kaplaması. İçişleri Bakanlığı’na ait bir bina.

* Türkiye’de bombaya dayanıklı bina var mı? HSBC’yi de siz yapmıştınız...
– Orası bombaya dayanıklı değildi, sonuç ortada. Türkiye’de bombaya dayanıklı tek bina geçen yıl bitirdiğimiz İzmir’deki Nato lojmanları.

* Bombaya dayanıklı bina için nasıl bir teknik izleniyor?
– Bir kere bomba var bomba var. Kamyonla mı geliyor, başka şekilde mi? Ağırlığı, tesiri nasıl? Amerika’nın kabul ettiği bir standart var, testlere girip belge alıyorsunuz. Bizim kullandığımız yöntem budur. Bombalar parça tesirli oluyor ve büyük ölçüde ısıyla değil parça tesiri etkisiyle zarar veriyor. Bombaya dayanıklı bina yapıldığında parça tesiri büyük ölçüde önlenmiş oluyor.

* Mimari ve kullanılan malzemeler çok değişiyor. Bina teknolojilerinin gittiği yeri anlatır mısınız?
– Son dönemde Avrupa’da en çok düşünülen şey güvenlik ve yalıtım.

* En beğendiğiniz binanız?
– Paris’te Pierre-Marie Curie Üniversitesi’nde Jussieu-16M adlı bir kampüste bina yaptık. Dantel gibi bir bina. Fransa’da dergilerde çıktı.

* Türkiye’de bombaya karşı dayanıklı bina talebi var mı?
– Bombaya karşı yok. Kurşuna karşı var. Hayretler içindeyim, çünkü büyük yatırım yapanlar var.

Rahmi Koç’un müzesi gibi müzem olsun isterim

* Niye maketlerinizde savaş ağırlıkta?
– İlgimi çekiyor. 2. Dünya Savaşı, kullanılan teknoloji açısından bakıldığında gerçekten de tarihi bir dönüşümü başlattı. Yalnızca savaş mizansenleri de yapmıyorum. Bir balina avı, mehtaplı bir gece de dikkatimi çekiyor.

* Asker kıyafetleri, Nazi bayrakları toplamışsınız. Modeller arasında Japon, Hırvat askerlerin üniformalarını taşıyanlar bile var...
– Son seyahatlarimden birinde 2. Dünya Savaşı’dan malzemeler satan yere ABD’li bir kadın gelmişti. Çok şıktı. Üniformaları inceliyordu. O bayan Ralph Laurent’in tasarımcılarından biriymiş, ilham almak için oraya gelmiş. Ben dediğiniz gibi bayraklar, evraklar, üniformalar, botlar... Her şeyi topluyorum yıllardır.

* Müzeyi ne zaman açacaksınız?
– Burası müze gibi oldu ama tabiki ben de bunların çok daha fazla kişiye ulaşmasını istiyorum. Yer bakıyorum. Çok maliyetli şu ana kadar bulduğum yerler. Umarım iyi bir yer bulur ve sergilerim. Rahmi Koç’un müzesi gibi bir müzem olsun çok isterim.

Kendimi bildim bileli maket yapıyorum
* Maket yapmaya nasıl başladınız?
Kendimi bildiğimden beri... Genlerde var. Annem resim heykel mezunu, babam mimar. Elimde yatkınlık var. Elim aynı zamanda hızlı. Çok küçük yaşlarda farklı malzemelerle, çamurla yapıyordum, ilgim her yıl artı. Çok zevk alıyorum.

Kumaş satar gibi doğrama satacağız
* Bundan sonra hedefiniz ne?
– Kumaş satar gibi doğrama satmak... Çuhadaroğlu bina giydirmede marka. Kumaşı vereceğiz, isterlerse onlar yapacak, astarı düğmeyi vereceğiz artık. Biz bu güce sahibiz. İstedikleri yerde kullanabilirler. Bir ayakkabı, tişort markası gibi düşünün, isterlerse bombaya dayanıklı kaplama da vereceğiz. Bu anlamda da Avrupa’daki dört entegre tesisten birisiyiz.

40 bin metrekarede üretim yapıyoruz, 600 çalışanımız var. Aldığımız işlere göre de esnek bir yapımız var.

AB’de bizi ‘elma kurduna’ benzettiler
* Türk şirketi olarak yurtdışında iş yaparken zorlanıyoruz. 3 Kasım seçimlerinden önce bir vesileyle TÜSİAD üyeleriyle bir toplantıdaydık. Avrupalı bir işadamı Türkiye’yi elmadaki kurda benzetmişti. AB’ye girirsek AB’yi çürüteceğimizi düşünüyordu.

* AB yolunda Türk şirketleri Ar-Ge’ye önem vermeli. Biz birçok işte Avrupalı şirketlerden daha deneyimliyiz. Ama Ar-Ge işlerinde geri kalıyoruz.

EN ZOR GÜNÜM
Fransızlar’la çalıştığım ilk gün korkunçtu
2001 krizininden sonraki günler zor geçti. Fransa’dan iş almıştık. Ben Paris’teki şantiyenin başına geçtim. Biliyorsunuz Fransızlar haftada 32 saat çalışıyorlar, çok tembeller. Avrupa’daki sistem insanları zaten tembelliğe itiyor. Biz Türk işçisiyle orada iş yapıyoruz, adamlar işleri zorlaştırmak için her şeyi yapıyorlar. İşleri düzenleyecek adam bulamamıştık. Gerçekten çok zor günlerdi. O dönemde “Katil olabilirim” diye düşünmüştüm.

Haberin Devamı