Gazete Vatan Logo

Tüp bebek kaç kez denenmeli?

Prof. Aydın Arıcı: “Genç bir çiftin genel olarak 2-3 deneme içinde hamile kalması gerekir. Ama 6 denemede başarısız olmuş bir çiftin 7’nci denemede başarılı olma şansı düşüktür.”

Hocam tüp bebekte başarı yüzdesi nedir?
Başarıda en önemli faktör kadının yaşı. Eğer kadın 35 yaşından gençse, her denemede başarı oranı yaklaşık yüzde 60 civarındadır. 35-37 yaşında bu oran yüzde 45, 38-40 yaşında yüzde 30, 40-42 yaşında yüzde 20 civarındadır. 45 yaş ve üstü kadınlarda ise her denemede hamile kalma şansı yüzde 5’in altındadır. Kadının yaşının ötesinde birçok başka faktör de başarıyı etkiler. Bunların başında da erkeğin spermlerinin normal olup olmaması, kadında yumurtlama fonksiyonlarının normal olup olmaması, rahimde herhangi bir sorun olup olmaması gelir...

Peki bir aile en fazla kaç denemede bulunmalı?
Bu biraz o ailenin maddi ve manevi gücüne bağlıdır. Ancak genç bir çiftin genel olarak 2-3 deneme içinde hamile kalması gerekir. O nedenle bir kez başarısız sonuçla umutsuzluğa kapılmamaları gerekir. 40 yaş üstü grupta ise başarısızlık oranları normal olarak yükseldiği için deneme sayısı artırılabilir. Ama 6 denemede başarısız olmuş bir çiftin 7’nci denemede başarılı olma şansı çok düşüktür. Zaten genel olarak da 6’dan fazla deneme pek tavsiye edilmez.

Neden? Kadına mı zarar verir?
Hayır. Bu tavsiye vücuda bir zarar verme korkusundan ziyade artık başarı olasılığının çok azalmış olması nedeniyledir. Ama her konuda olduğu gibi bu konuda da istisnalar vardır. Arada sırada gazetelerde haber olarak okuruz; ‘12 başarısız denemeden sonra 13’üncü denemede hamile kaldı’ diye... Burada dikkat edilmesi gereken husus, bunların gazete haberi olacak kadar nadir olaylar olduğudur. Bu yüzden de her denemeden sonra detaylı olarak başarısızlığın nedenleri araştırılmalı ve gereken tedaviler yapılmalıdır. Başlangıçta gözden kaçmış olabilecek birçok sorun olabilir.

Bu sorunları baştan tespit etmek mümkün değil mi?
Bir çift tüp bebek denemesine başlarken bazı temel testler yapılır. Fakat genel olarak en ince detaylara kadar inceleme yapılmaz. Bunun nedeni bazı testlerin oldukca pahalı olmasıdır. Bu gibi testler ancak başarısız denemelerden sonra yapılabilir. Bir örnek olarak vermek istiyorum, ‘adenomiyozis’ dediğimiz rahim duvarının kalınlaşması ve ağrılı adet görme ile kendini belli eden bir hastalıkta tüp bebek denemeleri ‘görünen hiç bir sebep yokken’ başarısızlıkla sonuçlanabilir. Bu hastalığın teşhisi en iyi MR ile konabilir. Ama her tüp bebek olacak kişiye MR mı yaptırmamız gerekiyor? Tabii ki hayır. Bu test hem pahalı, hem de sıradan 100 kişiye yapsanız, ancak 1-2 kişide pozitif çıkacaktır. Bu nedenle bu gibi sıklıkla görülmeyen sorunları ancak başarısızlıkla sonuçlanmış denemelerin akabinde araştırmamız gerekir. Fakat gerektiğinde de bu gibi testlerden kaçınmamalıdır. Başarısız denemelerden sonra muhakkak rahmin tekrar iyi bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Bunun yanı sıra, gerek eşlerde gerekse de embriyolarda genetik araştırma yapılabilir. Detaylı olarak genel sağlık değerledirmesi yapılması da gerekir. Bu şekilde gizli şeker, gizli tiroid veya başka hormon bozuklukları ortaya çıkartılıp tedavi edilebilir.

Peki tüp bebek denemeleri sürekli düşükle sonlanıyorsa ne kadar denemede bulunulmalı?
Öncelikle düşüklerin sebepleri araştırılmalıdır. Bunlar genetik sorunlar olabileceği gibi bağışıklık sistemindeki bozukluklara da bağlı olabilir. İkinci düşükten sonra mutlaka hem rahim içinin, hem bağışıklık sisteminin, hem de genetik nedenlerin araştırılması gerekir. Kadının yaşının ileri olmasına bağlı düşükler genellikle embriyolardaki kromozom anomalilerine bağlıdır. Bunlar bir sonraki tüp bebek denemesinde ’preimplantasyon genetik tanı’ yöntemiyle önemli ölçüde azaltılabilir.

Hormonlar hiç korkutmasın
Biliyoruz ki her tüp bebek denemesinden sonra hormon iniş çıkışları nedeniyle kadınlar ruhsal açıdan çöküyor... Bu hormonlar fiziksel olarak da kadının sağlığını etkiliyor mu?
Her tüp bebek denemesinin belirli riskleri vardır. Bu riskler ’hiperstimülasyon’ dediğimiz yumurtalıkların aşırı uyarılması ve yumurta toplama işlemi sırasında kanama veya enfeksiyondur. Hipstimülasyon yüzde 2-3 oranında görülür. Ama kanama ve enfeksiyon binde 1’den daha azdır. Ben bu risklere bir de çoğul gebelik riskini eklemek istiyorum. Çünkü uzun vadede bunun önemli bir komplikasyon olduğuna inanıyorum. Tüp bebek tedavisi sırasında yumurtalıkların uyarılması ile östrojen hormon salgısı artar. Bunun da vücutta su tutulması, göğüslerde ve karında şişkinlik, ruhi açıdan hassasiyet gibi etkileri vardır. Ancak bu etkiler geçicidir ve tedavi bitiminde ortadan kalkar. Sağlık açısından bu tedavilerin uzun vadeli hiçbir olumsuz etkileri yoktur.

Gerçekten de kalıcı hiçbir etkileri yok mu? Mesela kanser gibi...
Kadınlar korkmasınlar, çünkü hiç çocuk sahibi olmamak da yumurtalık kanseri olma riskini artırıyor. Bakın yumurtalık kanseri riskini artıran birkaç faktör var. Bunlardan birincisi ailede başka bir yumurtalık kanseri öyküsü olması. Annede, anneannede, babaannede, teyzede veya halada... Ailevi olarak yumurtalık kanseri riskini artıran bazı genler vardır. Bunlar meme kanseri riskini de artırır. Bu kişilerde BRCA1 ve BRCA2 genleri bozuksa, kanser riski 3 ila 8 misli artar. Yumurtalık kanserinde diğer risk faktörleri de, erken adet görmeye başlamak, ne kadar erken görülürse o kadar artar, 9-10 yaşında, geç adetten kesilmek, yani standart adetten kesilme yaşı Türkiye(de ortalama 50’dir. Sigara içmeyenlerde... Bir paket içenin 3 yıl, iki paket içenin erkene gider. kısırlık veya bilinçili olarak hiç hamile kalmamak...

Bilinçli olarak hamile kalmamak nasıl etkiler?
Bir kadında ne kadar çok yumurtlama oluyorsa yumurtalık kanserine yakalanma riski de o kadar artıyor. Zaman içinde tabii... Dolasıyla ne kadar çok hamilelik, doğum ve emzirme olursa yumurtalık kanseri riski de o kadar azalıyor. Bu riskin emzirme süresince yumurtalıklar sakin bir şekilde durduğu için yani yumurtlama olmadığı için azaldığını düşünüyoruz. Aslında bunun nedenini de tam olarak kimse bilmiyor. Ama yumurtalıkları dinlenmeye sevk ettiği için yumurtalık kanserden koruma etkisi olduğu düşünülüyor. Yani bu tedaviyle yumurtalık ve meme kanseri riski azaltılmış oluyor.

YARIN: * Tüp bebekte başarı şansını artıran en yeni tedavi yöntemleri...

Antibiyotikler virüsle bulaşan solunum yolu enfeksiyonunu iyileştirdi
Türk doktorların araştırması tıp dünyasında yankılandı. Scientific American, Reuters ve Respiratory Journal araştırmaya geniş yer verdi

ERCİYES Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde gerçekleştirilen bir çalışma, yaygın kanaatin aksine, antibiyotik tedavisinin, solunum yolları virüsü (RSV) nedeniyle bronşiyolit geçiren bebeklerde etkili olabileceğini ortaya koydu. Dr. Fulya Tahan ve ekibi tarafından yapılan ve dünyadaki önde gelen tıp dergilerinden European Respiratory Journal’in Ocak 2007 sayısında yer alan bir çalışma, çoğunlukla kış aylarında görülen ve 2 yaş altındaki bebekleri etkileyen en yaygın solunum yolu hastalığı olan RSV kaynaklı bronşiyolit tedavisinde, antibiyotik kullanımının faydalı olabileceğini ortaya koydu. Araştırmada, antibiyotik tedavisi gören bebeklerin taburcu olduktan sonra 6 ay içinde tekrar hastaneye sevk edilme oranlarının da diğerlerine kıyasla daha düşük olduğu kaydedildi. RSV kaynaklı bronşiyolit tedavisinde antibiyotik yaygın olarak kullanılmazken, araştırmayı yapan Türk ekibinin, RSV’nin, kalıcı zararlı etkileri olabilecek akciğer enfeksiyonunu körükleyebileceğini vurgulayarak ‘clarithromycin’ adlı bir antibiyotik kullanımını teşvik ettikleri belirtildi. Dergide araştırmanın, ‘clarithromycin’ kullanılarak yapılan erken tedaviyle, hastalığın seyrinin hafifletilebileceği ve bronşiyolit tedavisinden sonra görülen hırıltının önlenebileceği varsayımından hareketle yapıldığı kaydedildi. Tahan ve ekibinin, varsayımlarını test etmek için RSV bronşiyolit geçiren 21 bebeğin bir kısmını clarithromycin kullanarak, bir kısmını da aktif olmayan yalancı ilaç (placebo) ile 3 hafta boyunca tedavi ettikleri ve antibiyotik tedavisi görenlerin diğerlerine kıyasla 37 saat daha önce iyileştiklerinin görüldüğü ortaya konuldu. Kaynak: AA

Haberin Devamı