Aşk ve yalnızlık üzerine bir yazı

Size zaman zaman aforizmalardan söz etmiştim. Seviyorum böyle kitapları. Sanki damıtılmış, az sözle hayatın içinde sizi şahane bir gezintiye çıkaran, düşündüren, sizi zenginleştiren, size yeni yazılar yazdıracak, şarkılar besteletecek güçte sözlerdir onlar… Bazıları tarihe geçmiş, insanlığa mal olmuştur.

Prag’da Kafka’nın evine götürmüşlerdi bizi… Dantel gibi işlenmiş bu şahane bir şehirde, şahane cümleleriyle edebiyat tarihine geçmiş bir adamın, o nitelikli cümlelerin önemli bir kısmını kaleme aldığı ev, beni çok etkilemişti. Döner dönmez kitaplarını elime alıp keyfini yeniden çıkardım Kafka’nın. Tüm yazılarından derlenmiş aforizmaları, onu okumanın, anlamanın en güzel yolu… Aforizmalardan oluşan kitaplar, son dönemde Zeplin Yayınlarından çıkmakta ve kitaplığım için önemli bir bölüm oluşturmakta…

Aşk ve yalnızlık üzerine bir yazı

Kafka’nın romanlarındaki kahramanlar, sonunun nereye varacağını bilmedikleri karmaşık süreçlerden, zorlu aşamalardan geçerler ve romanın sonunda yazar tarafından bilinmeyen bir güce ulaştırılırlar.

Haberin Devamı

Çok güçlü hayalgücü

Yazar, kahramanlarına başkalarından farklı özellikler yüklemeyi ve kendi düşüncelerini onlarda yaşatmayı sever. 1924’te hayatını kaybeden sanatçı, hayatta olduğu süre içerisinde yedi kitap yazmıştır, bunların üçünü bitirememiştir. Geriye yarım kalmış bu üç romandan başka birçok da mektup ve günlük de kalmıştır.

Onun eserlerinde suç, özgürlük, yabancılaşma ve sorumluluk ayrıca otoriteye bireysel karşı koyma gibi temalar ön plandadır. Dava, Şato ve Dönüşüm, en önemli üç eseridir. Suç ve özgürlük temalarını destekleyen en önemli kırılma noktası, kişinin kendi yalnızlığıdır.

Yalnızlık temasını onun kadar başarılı işleyen ve tanımlayan yazar az bulunur. Yalnızlığı anlatmak zordur çünkü… Aşkı da. İkisi de mahremdir, herkese birden uyacak bir tanımı yoktur... Yolda giderken güzel bir kız görüp “Lütfedip benimle gelir misiniz?” diye soruyorum ona. Hiçbir şey demeden geçip gidiyor. Böyle yaparak aslında şunu demek istiyor bana, ”Sen, ne adı sanı duyulmuş soylu bir düksün ne de güzel bir vücuda sahip kibar bir Amerikalı. Karakaşlı, kara gözlüsün. İçinden nehirler akan bozkırlarda derisi kavrulmuş sıradan bir adamsın. Nerede oldukları hakkında ne ufak bir fikrim olmayan yedi denizlere hiç gitmemiş, buralarda yolculuk etmemişsin. Ee, daha ne gelmiş bana yalvarıyorsun? Benim gibi güzel bir kızın senin gibi bir adamla ne işi olur? ”Bense ona şöyle cevap veriyorum, ”Ama unuttuğunuz bir şey var. Farkındaysanız şu ana bir limuzin içinde sokakları turluyor değilsiniz. Etrafınızda size eşlik eden, peşinizden gelip size aşk nağmeleri söyleyen beyefendiler de göremiyorum. Göğüsleriniz vücudunuza iyice yapışmış; ama kalçanız ve basenleriniz bu açığı kapatmaya fazlasıyla yetiyor. Üstünüzde tafta kumaştan bir elbise,altınızda ise tıpkı geçtiğimizsonbahar gibi insanı cezbeden pileli bir etek var. Ama gene de arada bir gülümsüyorsunuz.Böyle yaparak da ölümcül bir tehlikeye davetiye çıkartıyorsunuz” Bunun üzerine kız şöyle diyor, ”Evet, ikimiz de haklıyız ve kendimizi geri dönüşü olmayacak bir şekilde tüm bunların farkında olmaktan kurtarmak için, ikimiz de kendi yollarımıza devam etmeliyiz.” Olmayan bir konuşma ve yaşanmayan bir son. Ancak çok güçlü bir hayal gücü insana tüm bunları düşündürebilir ve yazdırabilir. Basit, belki de sıradan ama olabilirliği yüksek bu diyalog bize, konuşamadıklarımızı, anlatamadıklarımızı, planlayıp hayata geçiremediklerimiz düşündürüyor. Modernizm, böyle bir akım işte! Yoktan var edip var ettiğinizi anında yok sayabiliyorsunuz.

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR