Keşlik'teki müze bekçisi Cabir Bey

Mustafapaşa'daki seksenlik nineden "Dudağına kırmızı sür kızım, kırmızı!" öğüdünü aldıktan sonra -ki bizim ilişki gurusu İlhan Uçkan ile aşağı yukarı benzer bir formül öneriyor- Ford'uma binip Kapadokya'nın derinliklerine devam ettim...

Haberin Devamı

Mustafapaşa'daki seksenlik nineden "Dudağına kırmızı sür kızım, kırmızı!" öğüdünü aldıktan sonra -ki bizim ilişki gurusu İlhan Uçkan ile aşağı yukarı benzer bir formül öneriyor- Ford'uma binip Kapadokya'nın derinliklerine devam ettim..

Kapadokya, hakikaten inanılmaz bir yer! Daha önce gelmiş olmam yeniden şaşkınlığa düşmemi engellemiyor. Her baktığım önce şaşırtıyor sonra güldürüyor sonra yeniden şaşırtıyor beni. İnsanlar buldukları her kayayı oymuş, her bir yerden kendilerine bir evcik, bir kilisecik, bir camicik, bir ahırcık yaratmış.. Allah'ın sunduğu nimeti -yumuşak taş- severek kullanmış!

Bazı anlarda hakikaten gerçeklik duygumu yitiriyorum. Dünya üzerinde değilim de "Şirinler" çizgi filmi setinde gibi hissediyorum kendimi! Az sonra Şirin Baba çıkacak Şirine'ye övgüler düzecek, onları da Gargamel kovalayacak.. Öylesine sevimli bir doğa ve insanlık tarafından yüzyıllardır öylesine sevimli bir 'kullanımı' var ki..

***


Mustafapaşa'dan Yeşilhisar tarafına ilerlerken, Cemil Köyü'nü geçtikten sonra, "Keşlik Manastırı" diye bir yer var. Yolun sağında, yüz-yüz elli metre içerde..

Kapadokya'nın en eski manastırlarından biri. 10 metre yüksekliğinde (Gözüm öyle hesapladı, külliyen yanılıyor da olabilirim) yekpare bir kayanın içi oyularak yapılmış. 8. yüzyılda bir tarafı, 13. yüzyılda öbür tarafı.. Benzerlerini ve daha güzellerini Göreme Açık Hava Müzesi'nde görmek mümkün elbette -ki mutlaka gidilmesi gereken bir yer- fakat buranın bambaşka bir havası var..

Her bir köşeden 'huzur' akıyor.. Kiliseden akıyor, kayalardan akıyor, ceviz ağaçlarından akıyor, iris çiçeklerinden akıyor. Akıyor da akıyor!

Manastırın bekçisi Cabir Bey cevizin altında bana çay ikram ederken, nedir burayı bu kadar huzurlu, bu kadar güzel, bu kadar 'bir türlü bırakılıp gidilemeyen' yapan diye düşündüm,..

Cevap çok açıktı aslında:

Cabir'in ta kendisi!

Bu kadar mı içten hoş geldiniz diyebilir bir müze bekçisi, bu kadar mı severek anlatır kilise içindeki bütün o freskleri, bu kadar mı becerikli olur bir insan yabancı dil öğrenmekte ve konuşmakta.. Fransız'ıyla Fransızca, İngiliz'iyle İngilizce, Alman'ıyla Almanca.. Cevizler de onun işi, irisler de, iğdeler de, erikler de..

"Misafirler" diyor "gelince koparsınlar diye ekiyorum., iyi oluyor.." bütün cömertliği ve mütevazılıyla.

Sonra hafif hüzünlü "Ama bu yıl ceviz de, erik de küstü.." diye ekliyor. Kışın soğuk yapmış.. Beraber kuru dallara bakıyoruz..

Giderken, Cabir Bey'in hizmet olsun diye çoğalttığı kilise fresklerinin fotoğraflarını ve karısının yaptığı kolyelerinden birini satın alıyorum.

'Huzur'un küçük bir karşılığı olarak..
Hayat, ders almak isteyenler için binlerce fırsatla dolu..

DİĞER YENİ YAZILAR