Ovalar bizim, dağlar TSK'nın

Cilo Dağı macerası komple bir başarısızlıkla sonuçlandı. Yolun yarısına kadar başarıyla sürdürdüğümüz tırmanma harekâtımız o noktada kesin bir tavırla durduruldu

Haberin Devamı

Cilo Dağı macerası komple bir başarısızlıkla sonuçlandı. Yolun yarısına kadar başarıyla sürdürdüğümüz tırmanma harekâtımız o noktada kesin bir tavırla durduruldu.

Bölgenin coğrafyasını bilenler "Cilo" lafından Van bölgesini terk edip Yüksekova'ya varmış olduğumuzu anlamıştır. Yüksekova, Şemdinli'den önceki son, en güneydoğu ucumuz. Ötesi İran ve Irak.

Cilo Dağları'na son 20 yıldır çıkmaya çalışan yegâne turist grubu bizizdir herhalde. Turisti geçtim ikametgâhı Dağlıca (Cilo'daki en yüksek yerleşim yeri) olanlar tarafından bile uzun zamandır ziyaret edilmemiş tahminlerimize göre.

Harikulade bir vadi içinden başladık tırmanmaya. Bir yanımızda gürül gürül bir nehir, öbür yanımızda kocaman ceviz ağaçları nefis bir doğanın içinden bir saatlik bir yolculuktan sonra, yolun epeyi ileri noktası olan Yeşiltaş'a vardığımızda askerler bizi büyük bir hayret ve şaşkınlıkla karşıladılar. Bütün görev süreleri boyunca -ki sekiz aydır hiç kesintisiz orada olan vardı- ilk kez köylüler dışında birilerini görüyorlardı. Oraları görmek için ta İstanbul'dan geldiğimizi öğrenince daha da şaşırdılar. Demediler ama bakışları bariz bir şekilde "manyak mısınız siz?" diyordu.

Yarım saatlik bir beklemeden sonra komutanlıktan kati emir geldi. Daha fazla devam edemiyoruz.

Gerisin geriye Yüksekova'ya dönüp kendimizi şehrin süper renkli gece hayatına artık.

Güzel bir yemek yiyip aynı zamanda birer bira yuvarlayabileceğimiz bir yer bulmak yaklaşık bir saatimizi aldı. Buralar ikisini bir arada sevmiyor. Basit sorumuz karşısında yapılan esnaf zirvesinden gidebileceğimiz tek yerin "sosyal tesisler" olduğu neticesi çıktı.

Hakikaten çok "sosyal" di. Basketbol sahasından tiyatro salonuna her şey olabilecek ama lokanta olamayacak kadar devasa bir yerde bizden başka tek bir masa vardı. Bir uçta biz "Cilo mağlupları" bir uçta bir takım ağır ağbiler.
Ne istesek vardı fakat bir türlü gelemiyordu. Mutfakla bizim masanın arasının yarım kilometre olmasına yorduk önce lakin hadise giderek enteresanlaşıyordu. Siparişlerimiz et sote, salata, peynir, bira ve limondu. Şimdi gelenleri sayıyorum: Antep fıstığı, beş çeşit meyve, karışık çerez, rakı ve çay..."Sıfır isabet" buna denilebilir mi?

Sonunda doğru siparişler geldi...De şöyle oldu: Dört kişilik et sote benim tek başıma yiyebileceğim miktardaydı. Salataya limon ancak kahveye yetişti. Peynir ise hesaba... Stok sistemini pek sevmemişler anlaşılan. İstiyorsun, taze taze bakkaldan alınıyor. En yakın bakkal yarım saat uzaktaysa ne yapalım yani...Ölelim mi? Git gel, alt tarafı bir saat.

Masaya oturduğumuzda on dakika sonra programa başlayacağı müjdelenen ve her nedense Profesör A.'yı pek heyecanlandıran "bayan sanatçı" ise iki buçuk saat sonra sahne alabildi. Mikrofonda "eko" denen marifet Yüksekova Sosyal Tesisleri'nde kullanıldığı kadar cömert dünyanın hiçbir yerinde kullanılmamıştır herhalde. Cehennemi yankı böyle bir şey olmalı. "En yüksek volümde, en uzun eko" rekor denemesine de denk gelmiş olabiliriz tabii, haklarını yemeyelim...Kısacası nefis bir deneyimdi sosyal tesisler...

Günün kamyon arkası lafı: "Sana Bitlisli yakışır"

DİĞER YENİ YAZILAR