Ben Monakolu değil miyim?

Dün akşam, elimizde Carlsberg biralarımızla Monako Limanı'na şık bir lokantanın terasından bakarken düşündüm ki böyle bir hayat gerçekten şizofrenik bir durum...

Haberin Devamı

Dün akşam, elimizde Carlsberg biralarımızla Monako Limanı'na şık bir lokantanın terasından bakarken düşündüm ki böyle bir hayat gerçekten şizofrenik bir durum... Üç gündür zengin taklidi yapıyoruz... Lüks yerlerde (Monte Carlo Grand Hotel) kalıyor, lüks lokantalara (St. Benoit) gidiyor, lüks yemekler (Beyaz şarap sosunda somon) yiyoruz. Sanki bu zenginlerden biriymişiz gibi hoppidi hoppidi oradan oraya sekiyoruz. Hatta ismi lazım değil aramızdan bazıları kumar bile oynadı...

Sonra geleceğiz İstanbul'a, Şahin / Skoda / Vosvos marka arabalarımıza binip, (arabasını satanlar Havaş Servisi'ne) sobalı evlerimize dönüp, Ulus Pazarı kıyafetlerimizi giyip Cosmos marka televizyonun karşısına oturup vasat hayatımızı yaşamaya devam edeceğiz...

Henüz kafayı yemedim ama an meselesi diye düşünüyorum.

Gerçi nankörlük etmek istemem. Allah'a (ve Zafer Mutlu'ya) çok şükür aç değilim, açıkta değilim. Tek başıma ayaklanmın üzerinde durabiliyorum. Ama böyle Monako'da yaşadığım kadar lüks bir hayatım da yok.

İnsan çok tehlikeli bir yaratık. Koşulları iyileşince kolaycacık alışıp adapte olabiliyor. Hatta hep öyleymiş kanısına bile kapılabiliyor. "Ben zaten doğuştan zengin değil miydim? Kim dereden su taşıyordu? Ben mi? A ah!.. Unutmuşum valla..." durumları olabiliyor yani. Ben de işte bundan korkuyorum. "A ah! Ben Monakolu değil miyim? Ne işim var benim THY uçağında? İstanbul'a tatile mi gidiyoruz? Nereden yer ayırttınız?" gibi bir sersemliği bir gün yaşayacakmışım gibi geliyor...

Buna attan inip eşeğe binmek bile denmez... Attan inip yerde sürünme, ardından siper kazma falan denilebilir.

Gerçi benim özendiğim bir hayat varsa o da bu Monako'daki hayat değil. Tamam. Üç gün yetti. Pahalı arabalar, şıkırtılı mücevherler, stiletto topuklar, hırslı kumarbazlar, güzel kadınlar, zengin delikanlılar... Eyvallah ama bunlar benim iç geçirdiğim şeyler değil. Böyle bir hayatın parçası olmak istemem... Arada gelip Nice'deki villamda kalmak isterdim tabii de... Yok diye de dertlenecek değilim...

Fakat İspanya'da veya İtalya'da küçük eski bir köyde bir süre yaşamak isterdim. Şarap yapılan bir köyde mesela.. Hep beraber bağlara gidilsin, üzümler toplansın, şıralar çıkarılsın... Sabahtan akşama kadar peynir, ekmek, şarap yenilsin, içilsin... Köyün delikanlılarıyla flört edilsin. Kızları beni paralasın. Ben bu arada İtalyanca ya da İspanyolca sökeyim. Yani böyle bir yaz geçirmek hoş olmaz mıydı? Olurdu evet. Kesinlikle olurdu...

Bizim köylerin suyu mu çıktı? Hayır... Bunun aynısı Şirince'de yaşanabilir mesela... Şirince neresi biliyor musunuz? Aaaa... Çok ayıp...

Neyse... Biz az sonra döneceğiz. Benim daha valizimi toplamam lazım... Pöfff... Odayı da amma dağıtmışım haaa...

DİĞER YENİ YAZILAR