Ethem Baran: "Top mahallesi ne kadar uzak"
Fırının önünde saatler süren kuyruğun ardından elde edilmiş sıcak pide aklımı başımdan alırdı ve ben, neredeyse bütün şehri saran o nefis kokudan kocaman bir parça koparmamak için kendimi zor tutardım. Ve bunu yapabilmenin şu dünyadaki en mutlu an olduğunu düşünür, bir gün bunu gerçekleştirebilir miyim acaba diye hayal kurardım. O ânın iftarda yaşanabileceği yanılgısını her akşam tekrar tekrar yaşamaktan da kendimi alamazdım bir türlü. Eve ulaştığımda pide zaten soğumuş, o nefis koku çoktan bir hayal gibi uzaklaşmış olurdu.
Ramazan topu oradan atıldığı için adı Top Mahallesi'ne çıkan komşu mahalleye gidişimiz başlı başına bir serüvendi. Giderken, o mahallenin göbelleri önümüzü çevirecek olurlarsa nasıl kavga edeceğimizin, demir yumruklarımız ve Bruce Lee ile Wang Yu'dan ödünç alınmış karateci tekmelerimizin provasını önce sözlerimizle, sonra da kelimelerin cezbesine kapılan hareketlerimizle yapar, kan ter içinde, bütün şehri gören o yüksek tepeye tırmanırdık. Bizden çok önce orayı mesken tutmuş Top Mahallesi'nin çocuklarını kocaman bir sırıtışın içinde gevşemiş bir hâlde görünce onlara boşuna gıcık olmadığımızı bir kez daha anlar, öfkemizi onlarla yapacağımız maça saklardık. Çünkü Topçu'nun yanında kavgaya tutuşacak hâlimiz yoktu. Topçu'nun bir belediye çalışanı olduğunu bilmediğimiz gibi, onun, tarihî filmlerden nasılsa buraya düşmüş bir eski zaman adamı, hatta basbayağı gerçek bir topçu olduğunu zannederdik. Sanki birazdan film başlayacakmış ve film bizi de içine alacakmış gibi heyecanla beklemeye başlardık. Heyecanımız sadece topun patlamasıyla bağlantılı değildi; eve yetişme telaşı da vardı bu heyecanın içinde. Hepimiz topun patladığını ilk gören, ilk duyan, yerinden ilk fırlayan ve eve ilk ulaşan olmak için titrerdik. Mahalledeki her çocuk gelemezdi buraya. Aileleri kızardı. Onlara bu macerayı nasıl ballandıra ballandıra anlatacağımızın keyfi de ayrıydı tabii. Derken top patlar, savaş başlardı. Birbirimizi tanımıyormuş, hatta rakipmişiz gibi birbirimizle ve zamanla yarışarak evlerimize doğru delicesine koştururduk. O kadar da yakın değildi evlerimiz. Aşmak zorunda olduğumuz bir dere yatağı, tırmanacağımız koca bir tepe, tozlu sokaklar, köşe başları, duvar dipleri, kapı önleri vardı.
Kapıdan girip "Top patladııııı!" diye bağırdığımda, yemeği bitirmek üzere bizimkiler, kızmakla gülmek arasında bocalar, hevesimi kursağımda bırakırlardı.
Ramazanın son günü üst üste top atılmaya başlayınca, babam, "Öyle bir korkuttular ki ramazanı, bir seneden önce buralara gelemez artık!" diye gülerdi.
Artık yıllar daha çabuk geçiyor, ramazan daha çabuk geliyor. Ama ben hâlâ sıcak ramazan pidesini fırından alır almaz koparmanın nasıl bir şey olduğunu merak ediyorum.
Gündelik koşturmaların arasında, kimi zaman iş yerinde açılan, kimi zaman da sıkışık trafiğe kurban giden ve artık top atılmadan oruçların açıldığı iftarlardan sonra merak edecek ne kaldı ki!