Yağmurlu Paris'in brasserieleri

Sabahın erken saatlerinde yağan yağmur sokakları ıslatmıştı. Sokağa çıktığımda yağmur artık durmuş, gri gökyüzündeki bulutlar yükselmeye başlamışlardı. Kaldırımlara, sokaklara yansıyan binalara baktım, Paris dünyada yağmurun en yakıştığı şehirlerden birisiydi. Yol kenarındaki bir kafenin kaldırıma atılmış masalarından birisine oturup bir espresso ve kruvasandan ibaret kahvaltımı yaptıktan sonra Tuilleries parkını geçip Sen nehrinin kıyısına vardım.

Haberin Devamı



İçinden nehir geçen şehirlerle bütünleşmek için en ideal yerler nehirlerin üzerindeki köprülerdir. Ben de öyle yaptım, köprülerden birisine çıkıp, durdum, manzaranın keyfini çıkarıp şehrin havasını içime çektim. Fransa'yı günlerdir etkisi altına almış olan yağışlar nehri kabartmış, hızını, Sen nehrinde hiç görmediğim kadar arttırmıştı. Sonra köprüyü yavaş adımlarla geçip nehrin güney kıyısından yürümeye devam ettim. Biraz sonra sağ tarafımda kalan Musee d'Orsay'ın önünde durup binaya bir kare daha hayranlıkla baktım. Eski tren garını olağanüstü güzellikte bir müzeye çevirmişlerdi. Dün galerilerinde yüzlerce empresyonist tablonun, Manet, Monet, Pissaro ve Renoir’ların arasında keşfettiğim Gustave Caillebotte aklıma geldi, gülümsedim, ama içimdeki müzeyi bir daha gezmek arzusunu bastırarak yürümeye devam ettim.

Lipp ve Balzar en iyileri arasında

Nehrin kıyısını bırakıp dar bir sokağa saptım. Biraz sonra Paris’in en hoş bulvarlarından St Germain’deydim. Sağımda solumda kafeler hasır sandalyelerini gözü okşayan bir düzen içinde dükkanlarının önüne dizmişlerdi. La Rhummerie’nin önünden geçip yoluma devam ettim. Orası için daha erkendi. La Rhummerie sadece Paris’in değil, dünyanın da en hoş rom barlarından birisidir. Burada Jamaika, Barbados ve Küba gibi dünyaca tanınmış rom ülkelerinin romlarını tadabileceğiniz gibi başta Martinik olmak üzere Fransızların Karayiplerdeki kolonilerinin "rhum agricole” adı verilen yıllanmış romlarını da tadabilirsiniz. La Rhummerie’nin hemen karşısında Paris’in olmazsa olmazı brasserie’lerinin en ünlülerinden Lipp hemen gözünüze çarpar. Biraz daha ileride, Rue de Ecoles’deki Balzar da aynı Lipp gibi Parislilere 100 küsur yıldır hizmet eden bir brasserie’dir. İkisinde de dikkatimi çeken şey bira sevgimden olacak, adlarının yazılı olduğu tabelanın üstüne kondurulmuş olan neon ışıktan yapılmış köpüklü bira bardağı.

Bira zevkini de getirdiLer...

Brasserie’ler Paris’e 1871 yılında Alsace bölgesinin Prusyalılar tarafından işgal edilmesiyle gelmişler. İşgal altında kalan ülkelerinden kaçıp Paris’e gelen Alsace’lılar yanlarında Almanların Sauerkraut, onların ise Choucroute adını verdikleri ekşi lahana ve benzeri milli yemeklerini de almışlar ve bir süre sonra Paris’in dört bir köşesinde brasserie’ler açmışlar. Yağmurlu Parisin brasserieleriBu ahşap ağırlıklı dekorları olan, kocaman aynalar ve vitray lambalarla süslü restoranlar Paris’te çok kısa zamanda çok popüler oldular. Alsacelıların yanlarında getirdikleri bir şey de Paris’te onlar gelene kadar pek içilmeyen bira idi. Zaten brasserie kelimesinin anlamı da “Bira yapılan ve satılan yer”dir. İşte onun için de her ne kadar artık brasserie’lerde biradan çok şarap satılıyorsa da, Lipp, Balzar ve Paris’te fıçı biranın ilk satıldığı brasserie olan Bofinger’in tabelararının tepesinde hâlâ neondan bir köpüklü bira bardağı bulunur.

Bu ne yazık ki biz de mümkün değil, çünkü şehrimizdeki brasserie sayısı iki üç parmağını hizara kaptırmış bir marangozun elinin parmakları kadardır. Köpüklü bira bardağı neonuna gelince, artık bu ay itibarıyla dışarıda bira ve diğer içkilerin isimlerinin veya şekillerinin olduğu reklamların konulmasıda yasak. Dışarıdan bahsetmişken çoğu belediyemizin restoran ve kafelerin kaldırımlara masa koymalarına gösterdikleri düşmanlığı da unutmamak gerekir. Ama Paris’teyken aklınıza bunları getirmemeye çalışıyorsunuz. Güzel bir yürüyüşten sonra bir kafeye oturuyor, biranızı, şarabınızı veya canınız ne çekerse onu söylüyor, keyifle elinizdeki kitabın sayfalarını çevirmeye başlıyorsunuz. Arada bir başınızı kaldırıp yoldan geçenlere bakıyorsunuz, ama aslında ne siz onlara, ne de onlar size bakıyor...

DİĞER YENİ YAZILAR