Yunan adaları güzellikleri ile bir kez daha kalbimizi çaldı

Haberin Devamı

İki koyun arasında denize doğru uzanan bir yarımada düşünün. En ucuna bir yeldeğirmeni denizin üstünde ancak kendisinin sığacağı kadar bir adacığa sanki manzarayı tamamlasın diye yerleştirilmiş. Batmakta olan güneş denizin rengini koyu bir laciverte boyuyor. Koyun karşısında kayaların üstünde görkemli bir kale var. Kale ve altındaki sahilde uzanan köy gün batımıyla birlikte yavaşça kızıla boyanıyorlar, sonra ufka iyice yaklaşan güneş sanki bu kadar mavilik yeter diyerek denizin lacivertine de kızıl tonlar atmaya başlıyor. Değirmenin hemen yanıbaşında bir taverna var, Mylos diye bir taverna. Üst katında harika bir bar, önünde kocaman bir balkon. Biraz sonra, hava kararınca alt kata, tavernaya inip Ege kıyılarında herhangi bir yerde olacağı gibi, kadehlerimize uzo koyacak, masamızı mezelerle donatacaktık, ama daha erkendi. Benim ve o gün öğlen Negroni ile tanışmış olan arkadaşımız Gül için daha Negroni vaktiydi. Lale hakkı verilerek hazırlanmış Mojitosunu keyifle yudumlarken, Negroniyi bir türlü sevdiremediğim arkadaşımız Ayşe, Campari portakalı ile gün batımına eşlik edecekti.

Lipsiden demir alıp Lerosa gelmemiz bir saat kadar vaktimizi almıştı. Rodos şövalyelerinden kalma muhteşem bir kalenin gölgesindeki Pandeli koyuna girdiğimizde saat 11 olmuştu. Lerosun eski merkezi olan Lakkide İtalyan etkisinin olduğunu biliyorduk, ama doğrusu Pandeli bizi buna rağmen çok şaşırttı. Dik bir yamaca kurulmuş, denizden yaklaşınca bir Yunan adasından çok İtalyanın olağanüstü güzellikteki Amalfi sahillerine, neredeyse Positanoya benziyordu. Koyda demir attık. Pandeliyi gördümüz anda teknedeki öğlen yemeğinde bir İtalyan kırmızısı içmeye zaten karar vermiştik, bir de apetitif olarak o İtalyan kokteyllerinin en harikası Negroniden aldık.

Leros’daki Mylos’da en leziz yemekleri yedik

Leros on iki odanın en güzellerinden birisi. İtalyanlar da öyle düşünmüş olmalılar ki 1912 ile 1948 yılları arasındaki işgal döneminde Lerosu on iki adanın merkezi yapmışlar. Art Deco binalar ve kenarlarında palmiyeler dizili geniş bulvarlarla süsledikleri Lakkiyi de adanın, hatta on iki adanın baş şehri yapmışlar. Leros o zamanlar moda olmuş olmalı ki, Mussolini bile kendisine Lerosta bir yazlık villa yaptırmış. Adalar Yunanistan ile birleşince Leroslular İtalyanlara inat Lakkiyi terkedip eski haçlı kalesinin eteklerinde iki koyun arasındaki bir sırtta kendilerine yeni bir köy kurmuşlar. Lakki de vasat bir marina ve çoğu metruk Art Deco binalarıyla uykuya dalmış, gene de özellikle Art Decodan hoşlanıyorsanız görmeye değer.

Lerosun yeni merkezi Platanos kurulduğu sırtın iki tarafından adeta denize doğru akıyor. Pandeli güneyde kalan koyda, kuzey yamacından denize indiğinizde ise karşınıza Aya Marina ve karşısında Mylos Tavernanın olduğu burun ve ucundaki değirmen çıkıyor. Mylosda yediğimiz yemek seyahatimizin en güzel yemeğiydi diyebilirim. Evet, karşımızdaki manzara, günbatımı hepsi çok güzeldi, ama yemekler hepimizi çok mutlu etti. Sevgili eşim Lale her girdiğimiz tavernada ısrarla sorduğu kızartma atherinaları (bizim gümüşten bile küçük bir balık), Ayşe Terzioğlu hayranı olduğu minik Simi karidesleri ile yediğimiz en iyi kabak kızartmalarından birisini, bizler de nihayet bulabildiğimiz bomba fasulye pilakisini (ğiğantes) feta sağanaki ve diğer mezelerle birlikte büyük bir iştahla yedik. Tavernanın sahibi Taki ile birçok ortak tanıdığımız çıktı, zaten adalardaki taverna sahiplerinin bizim buralarda tanımadıkları yok gibi.

Vathi’de sıkılmadan upuzun bir hafta geçirebilirsiniz

Lerostan ayrılacağımız gün şiddetini arttıran rüzgar ve gökyüzünü yer yer kaplamaya başlayan kara bulutlardan olacak kaptan erkenden demir almaya karar verdi. Bir daha ki durağımız Kalymnos Ege adalarının en vahşi tabita olanlarından biri. Sarp dağlar, dimdik kayalıklar bir zamanlar süngercilik merkezi olan bu adayı bir dağcılık ve kaya tırmanışı cenneti haline getirmiş. Adayı kapkara bulutlar arasından sızıp dağlara harika renkler veren güneş eşliğinde kat ettik. Kalymnosun güneydoğusunda yerini bilmezseniz önünden rahatlıkla dikkatinizi çekmeden geçebileceğiniz bir fiyort var, Vathi. Kıyılarındaki sarp ve yüksek kayalar ancak bir teknenin geçişine izin veriyor, ama dar fiyorta girdiğinizde önünüz Shangri-La misali cennet gibi yemyeşil bir vadiye açılıyor. Küçük bir köyde sahile dizili tavernalar, tekneyi bağladığınız yerin hemen yanıbaşında kayaların gölgesinde denize girebileceğiniz bir plaj, Vathide sıkılmadan bir hafta geçirebilirsiniz. Ama biz arkadaşım Dr Tarık Terzioğlu ile Kalymnosun sadece Vathiden ibaret olmadığına karar verip Kalymnosun limanına gittik.

Kos çok fazla kalabalık bir yer halini almış

Vathiden 15 dakika kadar süren yol dağların kıvrımlarını izliyor, karşıda Pserimos, Kos, hatta Kosun arkasında volkanik Nisiros adaları görünüyor. Kalymnosun merkezi oldukça renkli, yamaçlara yaslanmış evler şeker gibi pastel renklerde boyanmış, tepelere kiliseler kondurulmuş. Oldukça hareketli bir liman. Egenin iki yakasında da köy kahveleri, meydan kahveleri çok keyifli olur. Eski süngercilerin uğrak yeri olan Library Kafeionda oturduk, hep yaptığımız gibi birer kahve içtik.

Bodruma dönmeden önce son olarak Kosa uğradık. Kos ile ilgili fazla bir şey anlatmayacağım. Patmos, Lipsi, Leros ve Kalymnosdan sonra turist işgalindeki Kos her köşede turistik eşya satan dükkanları, tıklım tıklım kafeleri ile bize çok kalabalık geldi. Nick The Fishermande sadece deniz mahsüllerinden oluşan bir yemek yedik, ama onun hemen yanıbaşındaki tavernada ve bir köşede oturup buzuki çalanlarda aklım kaldı. Çiçek sepetlerinin arasından adı gözüme çarptı: Taverna Kalymnos. Biz oraya gitmiş miydik?

DİĞER YENİ YAZILAR