Gelin tartışalım

Haberin Devamı

Bu gazete çıktığı günden itibaren önemli bir tartışma platformu oldu. Bugün her evde, her ortamda konuşulan hayati bir meseleyi tartışmaya açıyoruz. Her kesimden görüşleri sayfalarımıza taşıyacağız. Buradan sayın Başbakan'a bir davetim var: Türkiye'yi 10 yıl sonra gördüğü yerle ilgili makalesini yollasın, virgülüne dokunmadan yayınlayacağım.

Sıkıntılı, tartışmalı dönemler yaşayan toplumlarda, sağduyulu akil adamların sesine kulak verilir. Büyük badirelerin geçilmesi sürecinde rafine olan birikimler veya o badirelerin içinde olmasa da akademik çalışmalarla oluşan bilgi, toplumun doğru yolu bulmasına katkı sağlar. Bu tür tartışma ortamlarına “taraf” olanlar da katılır. Herkes eteğindeki taşı döker.

Medyanın bir işlevi de bu tartışmaların dağıtım kanalı olmaktır. Gazeteler, dergiler, TV kanalları, haber portalları sıkıntılı ortam hakkında kafa yoranların fikirlerini topluma aktarma görevini üstlenir.

Bugün Türkiye de tartışmalı günler yaşıyor.

Kimilerine göre karanlık bir döneme doğru gidiyoruz... Kimilerine göre ise imparatorluk döneminin “muhteşem” dönemlerine doğru ilerliyoruz.

“Batı’dan kopuyoruz” diye feryat eden partiler AB’ye giderek daha mesafeli hale gelirken, AB yolunda en fazla mesafeyi kateden siyasal hareketin, bu misyonu aslında Türkiye’yi tam tersi yöne götürmek için araç olarak kullanıp kullanmadığından emin olmayan büyük bir kitle var.

Hem iktidar coşkusunu yaşayanlar, hem de iktidarın yönetim tarzından endişelenenler, demokrasinin sadece kendi işlerine gelen tarafına tutunmayı yeğliyor.

“Demokrasi bizimle yeşerdi” diyenlerin üslubu ve bazı uygulamaları sıklıkla darbe dönemlerini aratır hale gelirken, “Baskı artıyor, Türkiye korku cumhuriyetine dönüştü” diye yakınanlar da farklı baskı güçlerinden medet umuyor.

Medya ne yapıyor?

Peki böyle bir dönemde medya yapması gereken görevi yapıyor mu? Daha doğrusu yapabiliyor mu?

Benim cevabım net: Hayır. Aksini söyleyenle tartışmaya hazırım.

İktidara yakın medya sadece iktidarın işine gelen haberi, bilgiyi, yorumu dağıtıyor. Hizmete özel kurye şirketi gibiler. “Yandaş kargo” yani.

Yakın geçmişe kadar ilkeleri şundan ibaretti: İktidarı hak ettiğinden fazla alkışla, karşıtları hak ettiğinden fazla tokatla. Son zamanlarda bu yayın ilkelerine “iktidar aleyhindeki doğru veya yanlış haberleri tekzip etmek” de eklendi. Sen misin iktidar aleyhinde haber yapan. Belediye başkanı, bakan veya partiliden önce “Yandaş kargo” devreye giriyor, o haberi kendine göre tekzip edip, dağıtımını yapıyor. Tekzip haklı veya haksız önemi yok. Mektup olması gerektiği şekilde adrese teslim ediliyor.

Kargonun ücreti mi? İşin en kolay kısmı o. Faturayı ya cemaat gönüllüleri ödüyor ya da ihaleyle falan karşılığı alınıyor. Yetmezse “fener-mener” bir yol bulunuyor. “Benim gazetem, benim gazetecim” işini yürütüyor.

Başbakan’ın “CHP medyası” yakıştırmasını yaptığı tarafta da işler olması gerektiği gibi değil.

“Ya sev ya yok ol” vergisi, “yandaş kargo” dışında kalan medyanın büyük bölümünü doğal ama gereksiz yere meşgul ediyor.

Konuyla ilgili katıldığım bir basın toplantısında, saygın diplomasi yazarlarının “due diligence”, “closing memorandum” gibi yatırım bankacılığı terimlerine anlam vermeye çalışmasına üzülerek tanık oldum.

Bununla da bitse iyi: Vergi mevzuatı var, Türk Ticaret Kanunu var.

İlgi alanı olmayanların çözmesi zor işler. İçinden çıkamayınca en iyi yorum da onlardan geliyor: “Yahu devlet bir taraftan Sabah-atv için kamu bankalarından kredi tahsis ettiriyor, aynı devlet diğer medya grubuna neredeyse o kredi kadar vergi salıyor. Bu nasıl adalet?”

Başbakan’ın “monşer” diye aşağılamaya çalıştığı diplomatların zarif üslubuna alışmış diplomasi yazarları

-Necati Doğru’nun tabiriyle- meseleyi omurgasından yakalıyor.

Peki VATAN ne yapıyor?

Ticaret sicili kayıtlarına göre biz de “kafası vergi meseleleriyle meşgul olmak zorunda bırakılan” cephedeyiz.

Peki Başbakan “CHP medyası” derken bizi kastediyor mu?

Bilmem. Çok da umurumda değil ama, şunu hatırlatmalıyım: Bu gazete haber değeri olan her olayı sayfalarına taşıyor. Kılı kırk yarıp karar veriyor, bazen manşet yapıyor, bazen iç safyada küçük görüyor. Beğenen beğeniyor, kimisi de kızıyor.

AKP’li Şaban Dişli dosyası da bu gazeteden çıkıyor, CHP’li Mehmet Sevigen belgeleri de...

(Meraklanmayın öncekileri saymayacağım. Bunları sadık okurlarımız da biliyor, canı acıyanlar da... Saymaya kalksam yerim yetmez...)

Biz doğru bildiğimiz işi yapmak için gayret etmeye devam ediyoruz.

Geçen hafta The Economist’in yayını olan Intelligent Life dergisinde göz gezdiriyordum. Dünyanın en büyük iki medya şirketinden biri olan News Corp’un veliahtı James Murdoch’la yapılmış bir konuşma vardı. Yazar, veliaht Murdoch’un “gazeteden ürün”, “okurdan müşteri” diye söz ettiğini belirtiyordu.

Düşündüm de biz böyle değiliz. Bu gazetenin sahibi en başta da okuruydu, şimdi de...

Ticaret sicili kayıtları değişmeden de böyle değildik, şimdi de değiliz.

2002 Eylül’ünde piyasaya çıktığımızdan beri ne yapıyorsak, aynı şeyi yapmak için çabalıyoruz.

Bugünden itibaren her evde, her ortamda konuşulan tartışmayı kamuoyuna açıyoruz: “Türkiye nereye gidiyor.”

Bu gazete 6 yılda Türkiye’nin en önemli tartışma platformlarından biri oldu. Her fırsatta sayfalarımızı her görüşe açtık. Yine aynısını yapıyoruz. Taraflı tarafsız, düşünen her kesimin görüşlerini bu dizide bulabileceksiniz.

Bizde ne “yandaş kargonun” taşıdığı aynı tarz mektupları bulabilirsiniz, ne de güzel ambalaj kağıtlı içi boş paketleri...

Biz olduğumuz gibiyiz.

İyi okumalar, iyi pazarlar.

DİĞER YENİ YAZILAR