Karınca ve cırcır böceği!

O kadar derine inmeye hiç gerek yok; 1996-2002 yılları arasında G.Saray neleri yaşamıştı? Yani geriye dönük derinliği 10 yılı bile bulmayan geçmişte G.Saray neleri yaşamıştı?

Haberin Devamı

O kadar derine inmeye hiç gerek yok; 1996-2002 yılları arasında G.Saray neleri yaşamıştı? Yani geriye dönük derinliği 10 yılı bile bulmayan geçmişte G.Saray neleri yaşamıştı?

G.Saray, Türk futbolseverinin rüyasında bile görse inanamayacağı bir 'zafer albümünün' ilk sayfasını, Milan gibi bir devi 3-2 devirerek açmıştı.

Bologna, Dortmund, Mallorca, Leeds ve Arsenal'le Danimarka'da oynanan o tarihi sallayan müthiş final... Uçaklar dolusu, trenler, otobüsler, gemiler dolusu taraftar G.Saray'ın peşinden gitmiş, G.Saray'ın peşinde geri dönmüştü. Zafer çığlıklarının salladığı uçaklarda şampanyalar patlatılmış, G.Saray marşı bulutlara yazılmıştı... Ülkenin her karış toprağına sığmayan 'CimBom' Fenerbahçe'nin yaşam sahası Bağdat Caddesi'ne bile taşmıştı. Peki bu arada
F.Bahçe neler yaşamıştı?

Bunu da özetleyelim;

Pendik faciası yaşanmıştı!.. Fenerbahçe'de forma giyen tek bir futbolcunun bedeli kadar bütçesi olmayan semt takımına yenilip Türkiye Kupası'dan elenmişlerdi.

Başarısız oldukça hoca kovuyorlardı. Rıdvan'ı kovmuş, Zeman'ı almışlardı... Sonra onu da kovmuşlardı.

Bu arada, Avrupa'da 'Pendik' kadar yeri ve değeri olan Macar takımı MTK'ya elenmenin acısını bile yaşamışlardı.

Sonra ne oldu?
İki güzide kulübümüzün, iki eş zamanlı yaşamından iki ayrı durum çıktı ortaya. G.Saray'a kasasını tıka basa doldurabileceği, tesislerini dünya örnekleri seviyesine getirebileceği dönemden geriye bir 'borç batağı' kalmıştı. Tesisler birbiri ardına eskiyip sapır sapır dökülürken, ekonominin kaypak zemininde tutunamayan yönetimler, taraftarların hâlâ eski zafer şarkıları söyleterek ayakta durmaya çalışıyorlardı. Ama aynı dönemi acı ve ızdırapla geçiren Fenerbahçe'de G.Saray'ın farkına varamadığı bir 'gerçeğin' farkına varılmıştı.

Sağlam başarı için kurumsallaşmak gerekiyordu. Dünya kulüpleri örneği tesisler yapmak gerekiyordu. Aziz Yıldırım ve arkadaşları kazma-kürek büyük tesislerin temeline inerken, şampiyonluk sarkılan devam eden G.Saray'da parasızlıktan çivi çakılamayan temeller çökmeye başladı. İmrenilecek adası vardı, şimdi yok. Burası Ali Sami Yen cehennemi diye övündükleri yer Fenerbahçe'nin muhteşem Şükrü Saraçoğlu'sunun yanında 'Gecekondu sahası' gibi kaldı. Hâlâ durumu kavrayamamışlar, doğrunun ağırlığı altında inleyen Ergun Gürsoy'a saldırıyorlardı.

Sonuç şu arkadaşlar;

La Fontaine'in 'Karınca-Ateş böceğinin' hikâyesinde olduğu gibi birşey bu. Bizim dilimizde 'Ağustos böceği' bir diğer adı da 'Cır-cır böceği' ya... Karınca kazandı, cır-cır ötenler suskun kaldı.. Şu iki günde yapılan '2 basın toplantısı da' ibret tablosu olmalı. G.Saray Başkanı sevgili Özhan Canaydın, dolaylı suçlamalarla Fenerbahçe'yi 'Her kurumu etkileyen bir güç' olarak gösterirken, keşke Nasreddin Hoca'nın şu 'ye kürküm ye' fıkrasını hatırlasaydı!

Hani hoca normal kıyafetle gittiği bir düğünde zenginlerin itibar gördüğüne kendisinin görmediğine şahit olunca... Gidiyor muhteşem bir kürk bulup giyiyor, düğüne o kıyafetle geliyor. Bir itibar, bir itibar.. O da, insanlığa ders verecek ya... Sofrada yemekleri kürküne gösterip 'ye kürküm ye' diyor.

Eğer G.Saray'ı yönetenler 'Samur kürkü' Fenerbahçe'ye kaptırmasalardı, Aziz Yıldırım ve temsil ettiği güce bu kadar 'eğik' kalırlar mıydı?

Uzun sözün kısası;

Samur kürkü Aziz Yıldırım'a kaptırmayacaktınız başkanım!.

DİĞER YENİ YAZILAR