Barışa, kardeşliğe ihtiyacımız var...

16 Temmuz 2015

Bir seçim geçirdik. Miting meydanlarında parti liderleri ve konuşmacılar başka parti mensuplarına her türlü hakareti yapmaktan geri durmadılar. Elhamdülillah önemli bir olay olmadan seçim bitti. Millet seçimini yaptı. Bir parti liderinin davetinde de söylemiştim. Şimdi parti liderleri, artık tasavvuf şeyhleri makamına gelmişlerdir. Parti mensupları liderlerini taklit eder; kendilerini ona benzetmeğe çalışırlar. Bu liderler birbirlerine böylesine saldırırlarsa millet gerilir. Hatta farklı parti mensupları birbirine düşman olacak hale gelirler. Olmamalı böyle şeyler.

Parti liderleri imamdır, yani önderdir. Bundan dolayı söz ve hareketlerini kontrol etmelidirler. Eğer onlar birbirlerine karşı yumuşak ve dostane davranırlarsa halk da birbirine sempati ile bakar. Ama onlar kırıcı olurlarsa onların sataşmaları, kırılganlığı halka da yansır. Onların gerilmesi halkı da gerer, huzursuz eder.

Avrupa’da da seçimler yapılır. Ne böyle bayrak asmalar, görüntü kirlilikleri, boşa yapılan harcamalar, israflar. Ne de düşmanlık. Herkes gider, oyunu kullanır. Seçim biter. Kimse kimsenin hangi partiye oy verdiğini sorgulamaz. Şatafat yok, gösteriş yok. İnsanlar siyasi tercihini sandığa attığı oyla belirtir, iş biter. Ama bizde öyle olmuyor ki. Her şeyde abartı olduğu gibi seçim işlerinde de abartı. Karalama, hatta iftira, birbirinin ipliğini pazara çıkarma. Ve gerilimler, gerilimler.

Sınırlarımız tehlikelerle çevrili. Suriye bir dert, Irak bir dert. Allah adına acımasızca Allah’ın yarattığı cana kıyıp da İslâm adına bunu yaptığını iddia edenler, dünyada İslâm imajını öyle bir bozdular ki, İslâm’a karşı hiçbir İslâm düşmanının yapamayacağı kötü bir algı oluşturdular. Birkaç yıl önce Avrupa’da İslâm’a eğilim artmışken bu olumsuz algı sonucunda İslâm, öcü gibi görülür oldu. İnsanlar İslâm’dan korkmaya, ürkmeye başladılar. Barış dini olan İslâm, saldırı, zulüm acımasızlık dini olarak görüldü. Ve insanları birbirine kardeş yapmak isteyen Kur’ân, bir saldırı kitabı olarak algılanır oldu.

Bunun sebebi İslâm adına acımasızca adam öldüren sözde İslâmcı örgütlerdir. Bunların Allah katında vebali büyüktür. Zira Allah’a göre “Haksız yere bir insanı öldüren, bütün insanları öldürmüş; bir insanın yaşamasına sebep olan da bütün insanları yaşatmış gibidir.” Ve “Her kim bir mü’mini kasten öldürürse -onun cezası-, içinde sürekli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, la‘net etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır!” (Nisa: 93)

“Muhakkak mü’minler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki size rahmet edilsin. Ey inananlar, bir topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin. Belki (alay ettikleri kimseler), kendilerinden iyidirler. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki onlar, kendilerinden iyidirler. Birbirinizde kusur aramayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İnandıktan sonra fısk adı (inanan bir insana fasık demek), ne kötü bir şeydir! Kim tevbe etmezse, işte onlar, zâlimdirler. Ey inananlar, zandan çok sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın; biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemeği sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah’tan korkun, şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir. Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabîlelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (günahlardan) en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haber alandır.” (Hucurat: 10-13)

Peygamberimiz de: “Birbirinize kızmayınız, hased etmeyiniz, arka çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz. Hiçbir Müslüman’a, Müslüman kardeşiyle üç günden fazla küs tutması helâl değildir.” buyurmuşlardır. Hiç kimseye kalmayan bu dünya hepimize yeter. Biz Peygamberimizi; Hak aşkıyla bencillikleri, sivrilikleri törpülenmiş, olgunlaşmış ermiş insanları örnek almalıyız. Yunus Emre’miz ne güzel söylüyor:

Kimseye düşman tutmazuz, ağyâr dahi yârdur bize

Devamını Oku

İnsan hakları- 3

15 Temmuz 2015

Yalnız insanların değil, tüm canlıların da yaşama hakkına saygı göstermek gerekir.

Üstünde yaşadığımız dünya, bütün canlıların ortak malıdır. Havada, toprakta her nefes alan canlının hakkı vardır. Her can, kendini koruma ve savunma güdüsüyle donatılmıştır. Yakın zamanda bir dostumun yeni yaptırdığı evin balkonuna birkaç kırlangıcın çokça gelip gittiğini fark ettim. Beton sütunun tavana birleştiği yeri kendi barınmaları için elverişli görmüş olacaklar ki özellikle ikisi ağızlarıyla taşıdıkları çamura saman, çöp katarak oracıkta çamuru betona tutturmaya çalıştılar. Yapıştırdıkları çamur tutmayıp düşünce, yenisini getirdiler. Birkaç günlük uğraştan sonra gayet sağlam bir yuva yapıverdiler. Sonra anne olacak kuş, yumurtalarının üstüne yattı. Baba bir şeyler getiriyor, anne ise civciv çıkarmak için yuvadan ayrılmıyordu.

Bir işçi dostumun anlattığı olay ise daha ilginçtir. Bir firmada bekçi olarak çalışan bir kişi, her gün yanına gelen aç köpeğe bir parça ekmek veriyor. Hastalıklı hayvan her gün gelip ekmeği alıp gidiyor. Sonra firma bu işçiyi işten çıkarıyor, yerine bu sevdiğim kişiyi getiriyor. Öteki işçi ayrılırken yeni gelene o köpeği göstererek “Her gün gelen bu hayvancağıza bir parça ekmek vermesini” tembihliyor. Bu kez bu dostum, gelen köpeğe, giden arkadaşı gibi ekmek veriyor. Her gün hayvan gelip ekmeği alıyor ve dönüyor.

Bir kış günü kar bastırmış. Ortalık puslu. Dostumuz da işinden evine giderken ıssız bir yerde beyaz bir köpeğin saldırmak üzere kendisine doğru geldiğini görüyor. Elinde kendisine savunacak ne bir sopa, ne de bir alet var. Her taraf kar olduğu için yerde de herhangi bir taş göremiyor. Kendini savunacak vakti de yok zaten. Çaresiz bir vaziyette korku ve dehşet içinde iken birden o ekmek verdiği hastalıklı köpek gelip kendisiyle saldırgan köpek arasında duruyor. Kendisini, ekmeğini yediği işçi arasında siper ediyor. Saldırgan köpeğe herhalde bir mesaj veriyor ki beyaz köpek saldırıdan vazgeçiyor, geri dönüp gidiyor.

İşte böyle, insanın hayvanlara yaptığı iyilik boşa gitmez. O hayvanların da kendilerine göre aklı var, hissi vardır. İyiliğin karşılığını verirler. “Sen bir iyilik et, deryaya at, balık bilmezse Khalik bilir” demiş atalar.

Her canlı, yaşamak için çırpınır, kendisine zarar verecek şeylerden doğal olarak kaçar. Kendini savunma tedbirleri alır. Allah’ın yarattığı canı bir başkasının alma yetkisi yoktur. Başkasına zarar vermeyen canlı öldürülmez. Özellikle haksız yere bir insanı öldürmek çok büyük bir suçtur.

Haksız yere bir insanı öldürmek haram olduğu gibi, bir ihtiyaç olmadan sırf zevk için bir hayvanı öldürmek de haramdır. Nesa’î ve İbn Hibban’ın rivayet ettikleri bir hadîste Hz. Peygamber: “Bir kuşu, boş yere öldürenler için Kıyamet gününde o kuş bağıracak; ‘Ya Rabbi, falan adam yararlanmak niyeti olmadan beni boşuna öldürdü!’ diye şikayet edecektir!’ buyurmuştur .” (Müslim, Sayd: 1; Nesa’î, Dahaya: 32)

Yemek için usulüne göre hayvan kesilebilir veya avlanabilir, ama sırf zevk için hayvanı öldürmek Allah katında günahtır, böyle yapan Allah’ın cezasına uğrar. Zevk için avcılık yapılmamalıdır.

Devamını Oku

İnsan hakları- 2

14 Temmuz 2015

Çevreyi temiz tutmak dinin emridir. Temizlik imanın gereğidir...

İnsan, kısa ömür içinde eline geçen mülkü güzel yönetmeli, sırf kendi kişisel çıkarı için güzel dünyâ çevresini sorumsuzca kirletmemelidir. “İnsanların elleriyle yaptıkları işler yüzünden karada ve denizde bozukluk çıktı. Belki uslanır, dönerler diye Allah onlara yaptıklarının bir kısmını tattırmaktadır!” (Rum: 41), “(Fakat Allah, yine de insanlara fırsat vermektedir) Eğer Allah, insanları yaptıkları işler yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde tek canlı kalmazdı. Fakat Allah onları cezalandırmayı belli bir süre erteliyor!” (Fâtır: 45) âyetleri, sorumsuzca çevreyi kirletmenin, diğer canlıların haklarına tecavüz olduğunu ve bunun felâkete yol açacağını belirtmektedir.

3) Mülkiyet (mal edinme) hakkı:

Kur’ân’a göre mülkün asıl sahibi Allah’tır. “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır” (Bürûc: 9, Furkan: 42/2, Şûrâ: 49, Zuhruf: 63/85, Câsiye: 65/27, Âl-i İmrân: 189, Nûr: 42, Fetih: 14, Mâide: 17, Hadîd: 112/2, 5, Tevbe: 116). Ancak Allah’ın, halîfe yaptığı insan (Bakara: 30), Allah adına mülkü yönetir, dünyâda düzeni sağlar. Mülk, Allah’ın insana emanetidir. Bu emâneti güzel yönetmek, hor kullanmamak gerekir.

4) Evlenme ve üreme hakkı:

“Allah size kendinizden eşler var etti, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı ve sizi güzel şeylerle rızıklandırdı.”(Nahl: 72),”Beğendiğiniz kadınlarla evleniniz!” (Nisâ: 98/3),

“İçinizden bekârları ve köle ve câriyelerinizden iyileri evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah, lütfuyla onları zengin eder. Allah(ın mülkü) geniştir, O, (her şeyi) bilendir. Evlenme (imkânı) bulamayanlar, Allah kendilerini lütfundan zengin ed(ip evlenme imkânına kavuştur)uncaya kadar iffetlerini korusunlar.”(Nûr: 32-33)

“Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. (O) Dilediğini yaratır. Dilediğine dişiler, dilediğine de erkekler bahşeder. Yahut onları çift yapar: Hem dişi, hem erkek (verir). Dilediğini de kısır yapar. O (her şeyi) bilen, (her şeye) gücü yetendir.” (Şûrâ: 49-50) âyetleri insanları evlenmeğe, çoluk çocuk sahibi olmağa yöneltmektedir.

Devamını Oku

İnsan hakları

13 Temmuz 2015

Her İlâhî din, insan hakları üzerinde durur. Ama özellikle İslâm, insan haklarını daha net biçimde dile getirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm, her insanın, doğuştan birtakım hakları olduğunu belirtir. Bunların başlıcaları: 1) Yaşama hakkı- 2) İnanma hakkı, din ve vicdan özgürlü, 3) Mülkiyet hakkı, 4) Evlenme ve üreme hakkı, 5) Seçme ve seçilme hakkı, 6) Seyahat hakkı, 7) İkamet (vatandaşlık) hakkı...vs.dir.

1)Yaşama hakkı...

Hakların başında yaşama hakkı gelir. Yalnız insan değil, her can, kendini koruma ve savunma güdüsüyle donatılmıştır. Yakın zamanda bir dostumun yeni yaptırdığı evin balkonuna birkaç kırlangıç çokça gelip gittiğini fark ettim. Beton sütunun tavana birleştiği yeri kendi barınmaları için elverişli görmüş olacaklar ki özellikle ikisi ağızlarıyla taşıdıkları çamura saman, çöp katarak oracıkta çamuru betona tutturmaya çalıştılar. Yapıştırdıkları çamur tutmayıp düşünce yenisini getirdiler. Birkaç günlük uğraştan sonra gayet sağlam bir yuva yapıverdiler. Sonra anne olacak kuş, yumurtalarının üstüne yattı. Baba bir şeyler getiriyor, anne ise civciv çıkarmak için yuvadan ayrılmıyordu. Biz bu hayvanları akılsız biliriz ama kendilerine yetecek kadar akılları vardı. Yoksa çamuru tutturmak için samanla karıştırmayı nasıl yapacaklardı? Demek ki Yaratan, her yaratığına yaşamını sürdürecek kadar bir akıl, bir içgüdü vermiştir.

Her canlı, yaşamak için çırpınır, kendisine zarar verecek şeylerden doğal olarak kaçar. Kendini savunma tedbirleri alır. Allah’ın yarattığı canı bir başkasının öldürme yetkisi yoktur. Bir başkasına zarar vermeyen canlı öldürülmez. Özellikle haksız yere bir insanı öldürmek çok büyük bir suçtur.

Haksız yere bir insanı öldürmek haram olduğu gibi, bir ihtiyaç olmadan sırf zevk için bir hayvanı öldürmek de haramdır. Nesâ’î ve İbn Hibbân’ınrivâyet ettikleri bir hadîste Hz. Peygamber: “Bir kuşu, boş yere öldürenler için kıyamet gününde o kuş bağıracak; ‘Yâ Rabbi, falan adam yararlanmak niyeti olmadan beni boşuna öldürdü!’ diye şikâyet edecektir!’ buyurmuştur.” (Müslim, Sayd: 1; Nesâ’î, Dahâyâ: 32)

Yemek için usulüne göre hayvan kesilebilir veya avlanabilir ama sırf zevk için hayvanı öldürmek ve öyle bırakıp gitmek, Allah katında günahtır, böyle yapan Allah’ın cezasına uğrar. Zevk için avcılık yapılmamalıdır.

İnsanlar arasında artan lüks, maalesef diğer canlıların aleyhine gelişmektedir. Yirminci yüzyıl insanı daha insancıl, daha şefkatli gibi görünmekte ise de gerçekte en merhametsiz, en öldürücü hale gelmiştir. Tarihin hiçbir döneminde bugünkü kadar hayvan öldürülmemiştir. İlkel âletlerle sınırlı sayıda hayvan öldürülürken modern teknoloji ile bir günde milyonlarca hayvan öldürülmektedir.

Haksız yere hiç kimsenin canına, malına ve namusuna dokunulamaz. Yüce Allah tüm mâsûm insanları kastederek: “Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin.” (İsrâ: 33) buyurmuş ve Allah’ın hâlis kullarının, haksız yere cana kıymayacaklarını vurgulamıştır (Furkan: 68).

Devamını Oku

Kur’ân’ın indirildiği, bin aydan daha hayırlı gece

12 Temmuz 2015

Bin ay, yaklaşık seksen dört yıl eder. İşte bu gece yapılan ibâdet, âdeta bir ömür boyu ibadete bedeldir. Peygamberimiz de “İnanarak ve Hak rızası için Kadir gecesinde kalkıp ibâdet eden kimsenin geçmiş günahları affedilir” demiş, kendisi bu gecede “Allahım, sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle” diye dua etmiştir...

1- Biz o(Kur’â)nı Kadir gecesinde indirdik. 2- Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin? 3- Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. 4- Melek(ler) ve Rûh, o gece Rablerinin izniyle her iş için iner de iner. 5-Esenliktir o, ta tan yeri ağarıncaya kadar! (Kadr: 25/1-5) âyetlerinde Kur’ân’ın, Kadir Gecesi’nde indirildiği; Duhan Suresi’nin 3. âyetinde de Kur’ân’ın“mübarek, şerefli bir gecede” indirildiği belirtilmektedir. Bu âyetlerde, Kur’ân’ın bütün olarak bir gecede indirilmiş olduğu değil, mübarek Kadir gecesinde indirilmeğe başladığı anlatılmaktadır.

Kadir gecesi ne zaman?

Hz. Peygamber’in: “Kadir gecesini Ramazan’ın son onunda arayınız: Kalan dokuzda, kalan yedide, kalan beşte arayınız” (Buhârî, Leyletu’l-Kadr) dediği rivaşyet edilir. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.) in : “Kadir gecesini, Ramazanın ilk onunda veya sonunda arayınız” dediği şeklinde bir rivayet de vardır (el-Fethu’r-Rabbânî: 10/263). ‘Ubâde ibn es-Sâmit’in rivayetinde de Peygamber (selâm ona) Kadir gecesi’nin, Ramazanın son on gününün dokuzuncu, ya da yedinci, ya da beşinci gecesinde aranmasını öğütlemiştir. (el-Fethu’r-Rabbânî: 10/169-270).

Peygamber (s.a.v.) Ramazan’ın son on gününde itikâfa çekilirdi. Kendisinden sonra han ımları da öyle yapmışlardır. Peygamber’in ve hanımlarının, itikâf için Ramazan’ın son on gününü seçmeleri, Kadir gecesinin son on içinde olduğu görüşünü güçlendirir.

Kadir gecesinin, Ramazanın hangi gecesi olduğu hakkında bir kesinlik olmamakla beraber İslâm’ın tâ ilk çağlarından beri Ramazanın yirmi yedinci gecesi, Kadir gecesi olarak kutlanmaktadır. Herhalde yüce Allah, milyarı aşkın kulunun güzel zannını boşa çıkarmaz. Çünkü O, “Ben kulumun, benim hakkımdaki zannı üzreyim; kulum beni nasıl sanırsa ben öyleyim” (Buhârî, Tevhîd: 15, 35) buyurmuştur. Kullar, hep birlikte 27’nci geceyi, Kadir gecesi bildiklerine göre artık o gece Kadir gecesidir. Kadir gecesinin İslâm’daki önemi, dünyanın en büyük inkılâbını yapan, cihanı saran cehalet karanlıklarını yırtıp dünyayı aydınlatan Kur’ân’ın o gece inmeğe başlamasındandır.

Kur’an, insanlığın ebedî ışığıdır. Şimdi ona dil uzatmaya kalkan kendini bilmezler çıkıyor ama aya güneşe ne kadar saldırılsa onların ışığı söndürülemez.

Ünlü Alman Şairi Goethe, Kur’ân’a hayranlığından ötürü Kadir gecesini kutlamıştır. Kur’ân hakkında şöyle der:

Devamını Oku

Kur’ân’ı düşünmeden kelime kalıplarına takılanların durumu

11 Temmuz 2015

Gazâli, dinde çeşitli düşünce ve hayallerle aldananları anlatırken şöyle diyor: “Bir grup da Kur’ân okumakla aldanmıştır. Bunlar öyle çabuk Kur’ân okurlar ki gündüz ve gecede Kur’ân’ı hatmederler. Dillerinden Kur’ân sözleri geçer ama kalbleri başka vâdîlerde dolaşır. Kur’ân’ın anlamlarını düşünmezler ki uyarısından çekinsin, öğüdünden yararlansınlar. Zannederler ki Kur’ân’ın indirilmesindeki amaç, gaflet ile hemheme (paldır küldür okuma)dır. Bunların durumu, efendisinin yazdığı; kullandığı toprakta yapacağı işleri bildiren talîmât mektubunu anlayıp gereğini yapma yerine, sadece mektubun sözlerini yinelemekle vakit geçiren, ama mektupta yazılanları yapmayan köleye benzer. Oysa amaç, mektubu anlamadan sürekli okumak değil, okuyup anladıktan sonra verilen emirleri uygulamaktır. Ama bu köle mektubun içeriğini anlamaya çalışmaz, sadece sözlerini ezberler ve efendisinin yazdığı emir ve yasaklara aykırı gitmeğe devam eder. Fakat ezberlediği mektubu her gün sesli, nağmeli olarak yüz kere okur. Bu köle, sonunda cezayı hak eder. Çünkü mektuptan amacın, onun içeriğini uygulamak değil, sözlerini okuyup tekrarlamak olduğunu sanarak aldanmıştır.

Öyle ise dinsel eğitim veren okul ve fakültelerimizdeki müfredat programları yeniden düzenlenmeli, Kur’ân’a ters ve yanlış olduğu açıkça anlaşılmış bulunan konular, yeniden yazılmalı ve din, asıl temel kaynağı esas alınarak öğretilmelidir.

Böylece insanların elini, kolunu bağlayan, pek çok güzel şeyi harâm kılan, insanları yasaklarla çevreleyen gelenekçilerin biçimlendirdiği İslâm yerine, Kur’ân’ın anlattığı sade, kolay İslâm, ayânbeyân ortaya konmalıdır.

İslâm Peygamberi, bütün çağların örnek insanıdır

Şunu iyi bilmek lâzım ki Hz. Muhammed, fizik varlığı itibariyle bir ortaçağ insanı ise de düşünce itibariyle modern çağın, en ileri çağların insanıdır. İki gününü birbirine eşit geçiren insanı aldanmış Kabul eden o yüce Peygamber, tarihte en büyük devrimi yapmış, köhne kuralları yıkmış, insanı insanın kölesi olmaktan, yaratıklara tapmaktan kurtarıp özgürlüğe kavuşturmuş, kralla efendiyi insanlık açısından bir saymış, her türlü hurafeyi, köhne zihniyeti ortadan kaldırmanın savaşını vermiştir.

Onun bu akılcı, ilerici mesajı istikametinde yürüyen ilk Müslümanlar bilimin her alanında büyük gelişme göstermişler, tarihin, metodolojinin, deney ve gözlem metodunun temellerini atmışlar, yeni yeni disiplinler geliştirmişlerdir.

Ama fütuhatın gelişmesi sonucu zenginlik başlayınca İslâm’ın getirdiği demokrasiden vazgeçilip krallık sistemine geçilmiş, gelişmeci aklî düşünce yerini yavaş yavaş statükoculuğa bırakmış, böylece ictihad kapısının kapatılmasıyla duraganlık başlamış, akıl ve bilim yolunda ilerleyip yeni bilimsel eserler, keşif ve icatlar yapma yerine asırlarca iskolastik zihniyetin tutkunu insanlar, ayrıntı ile uğraşmayı yasaklayan Kur’ân’ın rağmına ayrıntılarla uğraşıp durmuşlar, kılı kırk yaran, orijinal eserler üretme yerine metinlere şerhler, şerhlere haşiyeler yazarak insanları Kur’ân düşüncesinden uzaklaştırmış, Kur’ân üzerinde düşünme yerine, işte bu insanların ürünü olan fıkıh, rivayet, yorumlar üzerinde düşünüp vakit kaybetme çabası içine girmişlerdir. Tam bu sırada Rönesanslar ve ardından gelen reformlarla Batı Statükocu zihniyetten bilimsel zihniyete geçerken İslâm âleminde bunun tersi bir çizgiye girilmiş, bilimsel düşünceden, gelişmeden, statükoculuğa, durağanlığa geçilmiştir.

Bir taraftan siyasi sistem demokrasiden despotizme, krallığa; Hz. Ömer’in: “Yanılırsam ne yaparsınız?” sorusuna “Sen yanılırsan seni kılıçlarımızla düzeltiriz” diyebilen bir özgürlükçü sistemden, başı rahat olsun, diye hükümdarları yeryüzünde Allah’ın gölgesi kabul eden ve “Her ki sultan bikonedşîrîn es: Hükümdarın yaptığı her şey tatlıdır” diyen teslimiyetçi bir tebea yaratılmıştır. Özgürlüğün olmadığı yerlerde bilimsel gelişme olmaz.

Devamını Oku

Hiç iyilerle kötüler, inananlarla inanmayan bir olur mu?

11 Temmuz 2015

“Yoksa kötülük yapan kimseler, kendilerini, inanıp iyi işler yapan kimselerle bir tutacağımızı mı sandılar? Yaşamları ve ölümleri onlarla bir olacak öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Câsiye: 65/21), “ Hiç inanan kimse, (yoldan çıkan) fasık gibi olur mu? Elbette bunlar bir olmazlar.” (Secde: 75/18-20)

Yalnız Müslümanlar değil, bütün insanlar Allah’ın kullarıdır. Ve O’nun merhameti, insanların merhametiyle kıyaslanamayacak derecede geniştir, boldur. İnsanların dar düşüncesi, egoizmi O’nun geniş rahmetini daraltmış; düz yolunu eğri büğrü göstermiştir. Dar düşünce ile yapılan yorumlar, İslâm’a destek değil, köstek olmuştur. Kendi düşüncelerini Allah’ın hükmü görenler, Kur’ân’ın açık ifadesine göre onmazlar. Çünkü onlar, kendi düşüncelerini Allah’a iftirâ etmişlerdir. “Uydurduğu yalanı Allah’ın üstüne atanlar onmazlar!” (Yunus: 69, Nahl: 116)

Tekrar vurgulayarak belirtmek isteriz ki: Kur’ân’a göre Allah’a şirksiz, âhirete şeksiz inanan ve sâlih amel yapan her İlâhî din mensubu cennetle müjdelidir. Ancak herhangi bir kimseyi veya peygamberi Allah’ın oğlu sanmak, Allah’a kızlar, oğullar, eşler, ortaklar vermek yahut Allah’ın üç varlıktan biri olduğunu söylemek küfür(Allah’a karşı nankörlük, saygısızlık, küstahlık)dür.

Kur’ân-ı Kerîm, Mâide Sûresi’nin 73’ncü âyetinde teslîs (üçleme) inancını bırakmayanlara acı bir azâbın dokunacağını bildirmekte ve onları bu sözden vazgeçmeğe çağırmakta; Âl-i İmrân Sûresinin 64’ncü âyetinde de onları tevhîd inancında birleşmeğe davet etmektedir.

İslâm bütün ilâhî dinlerin ortak adıdır

İslâm, bütün İlâhî dinlerin ortak adıdır. Bu dinlerin, dillere göre adları başka başka olsa da ruhları İslâm’dır. Hiçbir milletin veya kişinin, kendisini Allah’ın seçkin kulu, başkalarından üstün görmeğe hakkı yoktur. Allah âlemlerin Rabbidir. İnsanların hepsi Allah’ın kuludur. Her toplumda iyiler de vardır, kötüler de. Yahudilerin de kötüleri yanında iyileri de vardır: “Onların içinde de ılımlı, orta yolda giden bir toplum vardır ama çoklaro ne kötü işler yapıyorlar!”(Mâide: 66)

Namaz, oruç, zekât yalnız Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından değil, önceki peygamberler tarafından da emredilmiş, Hac ibâdeti de Hz. İbrâhîm tarafından konulmuştur.

“Allah size, dinden Nûh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya tavsiye ettiğimizi şerîat (hukuk düzeni) yaptı. Şöyle ki: dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin...” (Şûrâ: 13), “Allah size gerçeği açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yasalarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor.” (Nisâ’: 26) âyetlerinde İlâhî dinlerin özde birliği vurgulanmaktadır.

Devamını Oku

Kur’ân ve evrensel mesajı-4

9 Temmuz 2015

Kur’ân’ın, Kendisinden Önceki Kitâb’ı Neshetmez, Tasdîk eder (Fâtır: 43/31; En‘âm: 55/92; Ahkaf: 66/30; Bakara: 92/41, 89, 91, 97, 101; Âl-i İmran: 94/3; Nisâ: 98/47) âyetlerinde Kur’ân’ın, kendinden önceki Kitâbı doğruladığı; “Sana da kendinden önceki Kitâb’ı doğrulayıcı ve onu kollayıp koruyucu olarak bu Kitâb’ı gerçekle indirdik.” (Mâide: 110/48) âyetinde de o Kitabı hem doğruladığı, hem de koruduğu vurgulanır. Yani Kur’ân o Kitâbı neshetmiyor; tersine kollayıp koruyor.

Kendinden önceki Kitâb’ı neshetmek şöyle dursun, ona sâhib olucu, koruyucu ve doğrulayıcı olarak indirildiği bildirilen Kur’ân (Mâide: 48), Kitâb ehline, Kitâplarını bırakmalarını değil, tam tersine, Kitaplarının hükmünü olduğu gibi uygulamalarını emreder: “43-İçinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrât yanlarında dururken seni nasıl hakem yapıyorlar da sonra dönüyorlar? Onlar inanıcı değiller. 44- Gerçekten Tevrât’ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nûr vardır. İslâm olmuş peygamberler, onunla yahûdîlere hüküm verirlerdi. Kendilerini Tanrıya vermiş zâhidler ve âbidler de Allah’ın Kitabını korumakla görevlendirildiklerinden onu uygular ve gözleyip kollarlardı. (Mâide: 43-44)

MâideSûresi’nin 43-44’ncü âyetlerindeTevrât’ın hükümlerini güzel uygulayan Yahûdî din adamları övülüp, Tevrât’taki İlâhî hükümleri uygulamayanların kâfir oldukları vurgulandıktan, sonra İsâ’ya da İncîl’in verildiği bildirilmekte ve: “İncîl sahipleri, İncîl’in hükümlerini uygulasınlar.” (Mâide: 47) deniliyor.

Görüldüğü üzere Kur’ân, kendinden önceki İlâhî kitapları kaldırmıyor, övüyor, kendisinin de onlara uygun olarak indiğini söylüyor. Kitaplarının gösterdiği yoldan ayrılanları kınarken, Kitaplarının ruhuna bağlı kalanları övüyor. A’râf Sûresi’nde bu husus belirtilir: “159- Mûsâ kavmi içinde Hakka uyup hak ile adâlet yapan bir topluluk vardır.... 181- Yarattıklarımız arasında Hakka uyup hak ile adâlet yapan bir topluluk vardır.” (A‘râf: 159, 181)

İlâhî Kitap sahibi olan bütün insanlar, birliğe ve kardeşliğe çağrılıyor: “İşte sizin bu ümmetiniz (toplumsal dininiz) bir tek dindir; ben de sizin Rabbinizim, ben(im rzam dna çkmak)dan) korunun.” (Enbiyâ: 92, Mü’minûn: 52)

Kur’ân,hiç bir milletit opyekûn cehenneme mahkûm etmez. Her milletin içinde iyilerin ve kötülerin olduğunu, Yahudilerin de çoğu sapmış olsa dahi içlerinde ılımlı, iyi işler yapan, temiz kalbli kişilerin bulunduğunu söyler: “İçlerinde tutumlu (ılımlı) bir ümmet var, ama onlardan çoğu, ne kötü işler yapıyorlar!” (Mâide: 66)

Kur’ân, Allah’ın birliğine inanan ve yalnız O’na tapan insanların, birbirlerine destek olmalarını, tek Allah’a iman ve ibadette birleşmelerini istemektedir: “De ki: “Ey Kitap ehli, bizim ve sizin aramızda ortak olan söze gelin: Yalnız Allah’a tapalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; birbirimizi Allah’tan başka rablar edinmeyelim.” (Âl-i İmrân: 94/64)

Kur’ân, aşırı davranışlarıyla dinlerini bozan, dinin ruhundan ayrılan çıkarcı Kitap ehlini kınar ama Kitap ehlinin hepsini aynı kategoriye sokmaz. Peygamberlerini tanrılaştıran, yahut Allah’ın oğlu mertebesine çıkaran veya Allah’ın üç varlıktan oluştuğunu söyleyen Kitaplıları kâfirlikle nitelerken (Mâide: 72-73), dinlerinin aslı olan tevhîde bağlı kalanları övmektedir:

Devamını Oku