Tarikat Allah'a gitmenin yolu ve yöntemidir

Kaşâni, tarikatı "Allah'a gidenlerin manevi mertebeleri aşıp makamlarda yükselme yoludur" diyerek tanımlıyor

Haberin Devamı

Tarik yol, tarik da yola giden kimsedir. Tarik yol demek ise de herhangi biri işi yapma yolu, yöntemi anlamında da kullanılır. Tarikat yol, usul, yöntem, metot, yaşam tarzı anlamlarına gelir. 'Tarik'in çoğulu turuk, 'tarikat'ın çoğulu ise taraiktir. Tarık kelimesi, İslâm tasavvufunda mutasavvıfların zikir ve vird yöntemlerini belirten özel bir terim oluvermiş ve bazı kişilere bağlı olarak kullanılmıştır. Bu yazı dizisinde İslâm tarihinde, tasavvuf ekolünün temsilcisi olan tarikatların nasıl doğup geliştiği hakkında özlü bilgi vermek istiyoruz.

1. Tarikatların doğuşu
Başlangıçta bireyseldini bir hareket şeklinde gelişen tasavvuf, hicri 2.-3. asırda şekillenmeye, veliler yetiştiren, müritlerin siretlerine, huylarına ve ibadetlerine dair özel düzenler, disiplinler koyan bir okul haline geldi. Mürit, bu yolun kurallarını üstadından alır ve ona tam bir teslimiyetle bağlanırdı. Mürşitsiz yola gidilmeyeceği kanaati yaygın bir hal aldı. Hatta Ebu Yezîd el-Bestâmi'nin, "Üstadı olmayanın mürşidi şeytandır" dediği rivayet edilmiştir (Nicholson, Fi't-Tasavvufi'l-İslâ-miy, s. 19). Gazal de "Nefsler zayıf, cevheri hakikatine ulaşamayacak durumda ise kendine yardım edecek, onu amacınca yetiştirecek şefkatli bir öğretmene bağlanır. Nasıl tedavi yolunu bilmeyen hasta da şefkatli bir doktora başvurursa..." (ar-Risaletu'1-Ledunniyye. s. 34-35. Mısır, 1328) diyor. Üstada bağlanmayı, kör bir insanın, kendisine yol gösteren biriyle yola gitmesine benzetiyorlar. Âmânın, nasıl yola gitmesi için gözü açık birine ihtiyacı varsa, salikin de mana yollarını bilen, deneyimli, gözü açık bir mürşide bağlanmaya ihtiyacı vardır diyorlar. Tasavvuf, başlangıçta bireysel bir hareketti ve sonradan ortaya çıkan mürşitler gibi mürşitler sistemi yoktu. Ancak bu yolda zühdüyle tanınmış kimselerin etrafına toplanan insanlar, onun sohbetinden istifade ederlerdi. Yani tasavvuf, bir sohbet şeklinde yürüyordu. Nitekim ilk kaynaklarda mürit yerine sâhib tabiri kullanılır. 3. ve 4. hicri asırlarda tarikatlar kurulmaya başlamıştır. Tarikat, maddi bir yol değil, Allah'a gitme yol ve yöntemidir. Kaşâni, tarikatı "Allah'a gidenlerin, manevi mertebeleri aşıp makamlarda yükselme yolu" olarak tanımlamaktadır (Istılâhâ-tu's-sûflyye, s. 65). Tarikat, Allah'a gitme yolu ve yöntemi olduğuna göre bu yöntemin, kurucularının adına nispet edilmesi de gayet doğaldır. Tarikat sahipleri, tarikat kurmaya özenmiş değillerdi. Bunlar halkın, zahitlerin saygısını kazanmış kimselerdi. Bir saygın insanın çevresine toplananlar, sohbetini dinleyenler onun öğütlerini tuttular, hareketlerini, zikirlerini aynen yapmaya çalıştılar ve böylece o zatın adına bir tarikat doğmuş oldu. Fıkhi ekoller de böyle meydana çıkmıştı. Nasıl diğer ilimlerde ilmi ehlinden almak ve ilimde kalpazanlığın önüne geçmek için icazet vermek âdeti lüzumlu görülmüşse, tasavvufta da kalpazanlığın, sahte mürşitliğin önüne geçmek için icazet usulü konmuş, şeyhin elinden hırka giymek âdet haline gelmiştir.

Hamdun el-Kassar: (271/884) Neysâbur'da Melâ-metiyye veya Kassâriyye tarikatını kurdu. Bunun mensupları, ihlâslarını muhafaza için ibadetlerini, iyi amellerini gizleme yoluna gittiler. Bayezid'e nispetle Tayfuriyye, Ebu Saîd al-Harrâz'a nispetle Harrâziyye, Ebu'l-Huseyn an-Nûrî'ye nispetle an-Nûriyye tarikatları doğdu. Tarikatlar, aslında tek kaynaktan çıkmakla beraber sonradan çeşitli tasavvuf imamlarının getirdikleri metot ve evrâd değişiklikleriyle dallanmış, böylece pek çok tarikat ortaya çıkmıştır.

Yarın: Yaşayan tarikatların başlıcaları...

'Oruç da tut, iftar da et, çünkü bedenin sende hakkı vardır'
14. Hz. Peygamber (s.a.v.) Ramazan ve Kurban bayramı günlerinde oruç tutmayı menetmiştir (et-Tâc: 2/97).

15. Hz. Peygamber (s.a.v.), müminleri Allah'a yaklaşmak için Ramazan ayı dışında nafile oruç tutmaya teşvik etmiştir. Recep, Şaban ve Muharrem aylarında yahut bu ayların bazı günlerinde, özellikle Aşura gününde, Şaban'ın ortasında, Ramazan'dan sonra giren Şevval ayının aln gününde, Zî'1-hiccenin ilk dokuz gününde, her ayın üç gününde, bir rivayete göre her ayın 13, 14 ve 15. günlerinde oruç tutmaya teş vik etmiş fakat yıl boyunca oruç tutmaktan menetmiştir: "Oruç da tut, iftar da et. Çünkü bedenin, senin üzerinde hakkı vardır, ailenin senin üzerinde hakkı vardır, gözlerinin senin üzerinde hakkı vardır" buyurmuştur (et-Tâc: 2/100-115).

İğne yaptırmanın, denize girmenin orucu bozup bozmayacağı konusu, her yıl yinelenen soruların başında gelir. Hanefî fıkıh kitaplarım inceleyerek bu sorunları açıklığa kavuşturmak istiyoruz. Esas meselelerimize geçmezden önce temel ilke olarak orucu nelerin bozduğunu açıklayalım. Oruç, vücuda açılan normal geçitlerden giren besin yahut besin anlamındaki şeylerle bozulur. Daha açık bir söylemle, ağız yahut burun yoluyla mideye giden veya bağırsak yoluyla verilen besleyici maddeler orucu bozar. Mesamat denilen kılcal delikçikler, mide veya dimağa açılan normal menfezler değildir. Bunlardan vücuda giren şeyler orucu bozmaz (Tahtâvî, s. 361, Bulak, 1218).

İlacı açık yaraya sürmek
İmamı Azam'ın görüşü esas alınırsa oruçlu kimse, vücuduna iğneyle zerk edilen ilacın, midesine veya dimağına gittiğini hissettiği takdirde orucu bozulur, ilacın mide veya dimağına gitmediğine kanaat getirirse orucu bozulmaz. Tıbben bilinmektedir ki adaleye zerk edilen ilaç, kılcal damarlar yoluyla vücudu dolaşır. İlacı, açık yaraya sürmekle iğneyle adaleye zerk etmek arasında bir fark yoktur. Her iki halde de kılcal damarlar vasıtasıyla ilaç vücuda yayılır fakat midenin içine dolmaz. İmamı Azam'ın amacı, ilacın midenin içine gidip insanı beslemesidir. Eğer ilaç, mideye gitmiyorsa orucu bozmaz. İlaç damarlar aracılığı ile zerre zerre vücudu dolaşsa da gidip midede birikmez. Buna göre besleyici niteliği olmayan, aşı ve iğneler, basit ameliyatlar için yapılan lokal anesteziler, vücuda gıda yönünden bir yarar sağlamaz, yalnız mikrop öldürür yahut tedaviyi kolaylaştırır. Öyleyse adaleye zerk edilen aşı veya antiseptik iğneler, vücudu beslemediğinden orucu bozmaz. Fakat damar yoluyla yapılan besleyici iğneler, kuvvet ve vitamin iğneleri, serumlar orucu bozar. İmamı A'zam'ın, ilâcın karına ulaşması sözüyle anlatmak istediği, bu olsa gerektir. Yani vücudu besleyen şeyler, ne yolla ulaşırsa ulaşsın orucu bozar.

Yarın: Hastalar için oruç tutma zorunluluğu var mı?

DİĞER YENİ YAZILAR