Hz. Ömer’e suikast...

Ömer, on küsur yıl, Mü’minlerin Emîrliğini yaptı. Ömer’in, bu on küsur yıl içinde yüklendiği ağır yükü taşımak için ne büyük çaba harcadığı tarih kitaplarında anlatılır.

İbn Sa’d’ın Tabakat’ta anlattığına göre gittiği Hacdan Medîne’ye dönen Ömer Cuma günü halka hitabetti, Allah’ın Peygamberini ve Ebubekir’i andıktan sonra dedi ki: “Ey insanlar ben bir rü’ya gördüm, gördüğüm rü’yada ecelimin dolduğunu anlıyorum: Başımı iki kez gagalayan kızıl bir horoz gördüm.” Ve devam etti: “Ey insanlar size gerekli olan farzlar ve sünnetler belirtilmiştir. Siz apaçık bir yola konuldunuz. Sağa sola sapmadan bu yolda yürürseniz şaşırmazsınız.”

Bu son cümleler, ecelinin yaklaştığını anlayan bir öğütçünün sözlerine benzediği gibi vasiyete de benziyor. Sonra şöyle dedi: “Allahım, taşra valileri hakkında seni şahid tutuyorum. (Tanık ol ki) Ben onları insanlara dinlerini ve peygamberlerinin sünnetini öğretmeleri ve halk arasında adaletli davranmaları, ganimetleri halka adil biçimde paylaştırmaları ve müşkil konuları bana havale etmeleri amacıyla gönderdim.”

Haberin Devamı

Acımasız vicdansız katil

Ömer, yirmi üçüncü Hicret yılı Zilhicce ayının son dört gününde çarşamba günü sabah namazını kıldırıyordu. Her namazdan önce safları düzeltmek için birini görevlendirirdi. Saflar düzelince kendisi gelir, birinci safa bakar, safta birinin öne çıktığını veya geri kaldığını görürse çubuğuyla işaret ederdi. Herkes düzgün durunca namaz için tekbir alırdı. O gün sabahleyin, henüz sabahın beyaz ipliği siyah ipliğinden ayrılmamıştı ki Ömer geldi, tam tekbir alacağı sırada ansızın bir adam önüne çıktı, hançerle ona üç kez, ya da altı kez vurdu. Birinde hançeri göbeğinin altına sapladı. Ömer silahın şakırtısını hissetti, ellerini namaz kılanlara uzatarak: “Şu kelpe yetişin, beni katletti!” dedi.

O kelp, Muğîre’nin kölesi İranlı Hıristiyan Firuz idi. Nihavend’de esir alınmış olan bu adam, Muğîre bn Şu’be’nin kölesi olmuştu. Henüz alacakaranlıkta kabzası ortasında iki tarafı sivri olan kılıcını, abasının altına gizleyerek mescide geldi, mescidin direklerinden birine saklandı, namaz başlayınca suikastı yaptı. Sonra canını kurtarmak için kaçmaya başladı. Olayı duyan Cemaat karıştı. Çokları hemen katili yakalayıp cezalandırmak istediler. Ama Fîruz yakasından tutmalarına engel oldu, sağa sola salladığı kılıçla on iki kişiyi vurdu. Bir kavle göre vurduklarının altısı, bir kavle göre dokuzu öldü. Sonra bir adam arkasından yaklaşıp üstüne ridasını atarak adamı yere yıktı. Öldürüleceğini anlayan Firuz elindeki hançeri kendisine saplayarak intihar etti.

Haberin Devamı

Ömer’in göbeğinin altına saplanan, karnını ve bağırsaklarını kesmiş olan hançer ölümüne sebep olmuştu. Ömer’in ve çevresindekilerin vurulması üzerine halk birbirine karıştı. Ömer’in, mescid yakınındaki evine taşınmasını görmekle ıstırapları daha da arttı. panik ve ıstırap içinde iken biri: “Ey Allah’ın kulları, namaza! Güneş doğdu!” diye bağırdı. Abdurrahman bn Avf öne geçip, en kısa iki sure ile namazı kıldırdı.

Namazın ardından halk, Mescidin yanlarına ve dıştaki kumsallığına dağıldı. Kimseden ses çıkmıyordu, herkes gözleri önünde vuku bulan korkunç olayın dehşeti içinde idi. Haber yıldırım sür’atiyle Medîne’ye yayıldı. Uyuyanlar da uyandılar. Kadın erkek, haberin nasıl olduğunu öğrenmek için olay yerine koşuyordu. Öteki vurulanlar da evlerine götürüldüler. Kimi ölmüştü, kiminin yarasından kan akıyordu. Büyük sahâbîler Ömer’i sormaya geldiler. Ortalık aydınlanıncaya dek baygın yatan Ömer, ortalığın aydınlanmasıyla ayıldı, Cemaate baktı ve “Cemaat namaz kıldı mı?” dedi. ‘Evet’ dediler.

Haberin Devamı

‘Namazı terk eden Müslüman değildir’ dedi. Gelen doktor Ömer’e bir kâse nebîz verdi. Ömer’in içtiği nebîz, göbeğinin altındaki yarasından çıktı. Abdullah bn Ömer, Ensar’dan bir doktor çağırdı. Sonra da Muaviye Oğullarından başka bir doktor geldi, Ömer’e süt verdi, Ömer’in içtiği süt de rengi hiç değişmeden bembeyaz olarak yarasından çıktı. O zaman doktor:

‘Ey Mü’minlerin Emîri, artık vasiyet vaktidir!’ dedi. Yani kesin olarak öleceğini anlattı.

Doktorun sözü üzerine orada bulunanlar ağlamaya başladılar. Ömer dedi ki:

Haberin Devamı

Yanımda ağlamayın! Ağlamak isteyen dışarı çıksın! Allah’ın Elçisinin “Ailesinin ağlamasıyla ölene azab edilir!” dediğini işitmediniz mi?

Kur’ân’a göre üstünlük ölçüsü nedir?

SORU: Benim öğrenmek istediğim Kur’ân-ı Kerîm’de herhangi bir ırk için kutsal ya da seçilmiş kutsanmış gibi bir deyim var mı ?
İncil’de İsrail oğullarının, Rabbin seçilmiş halkı olduğu ve diğer halkların İsrail oğulları üzerinden kutsanacağı yazıyor (eski testament), Kur’ân’da bu nasıl? Eğer kutsal bir ırk var ise neden kutsal?
CEVAP: Kur’ân’da üstün veya kutsanmış ırk yoktur. Allah katında üstün olanlar, Allah’ın buyruklarına göre yaşayanlardır. Bir zamanlar Yahudiler, Allah’ın peygamberine uyup sadece Allah’a taptıkları için putlara tapanlardan üstün tutulmuşlardır. Elbette Allah’a tapanlar, uydurma tanrılara tapanlardan üstündür. Ama bu ırk üstünlüğü değil, din üstünlüğüdür. Yoksa insanlar hep aynı atadan anadan gelmişlerdir. İnsanların yaratılışı aynıdır. Üstünlük yoktur. Peygamberimiz “Arabın yabancıya, yabancının Araba, siyahın beyaza, beyazın siyaha bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük taslayan Araplar helâk olmuşlardır “ buyurmuştur. Üstün ırk iddiası Kur’ân düşüncesine aykırıdır. İşte Kur’ân’ın buyruğu:
“Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabîlelere ayırdık. Allâh yanında en üstün olanınız, (günâhlardan) en çok korunanınızdır.” (Hucurât: 13)

DİĞER YENİ YAZILAR