Sistemimizin 'çocukluk hastalıkları' (1)

Türkiye'de bazı şeyler hiç değişmiyor. Bunlara bir örnek, "parti içi demokrasinin" yokluğu

Haberin Devamı

Türkiye'de bazı şeyler hiç değişmiyor. Bunlara bir örnek, "parti içi demokrasinin" yokluğu. Türkiye'de "partilerin iç işleyişleri" demokratik esaslara uygun değil. Anayasamızın 69. maddesi ise, "siyasi partilerin faaliyetleri, parti içi düzenlemeleri ve çalışmalarının demokrasi ilkelerine uygun olmaları" gerektiğini söylüyor. Ama nerede? 1980 sonrası yapılan önemli yasalardan biri de "Siyasal Partiler Kanunu" idi. Bu yasanın, en önemli yönü, "parti adaylarının belirlenmesinde", tüm partiler için "ön seçim sistemini" getirmiş olmasıydı. Bunun dışında, yine "parti içi demokrasinin" yokluğu ve nedenleri, ortada duruyordu. Ama en azından, milletvekili adayları belirlenirken, parti, "ön seçim" yapmak ve "adaylarını demokratik bir yöntemle belirlemek" zorunda kalacaktı. Turgut Özal'ın Başbakanlığı döneminde, bu yasadaki değişikliklerden biri de "ön seçim sisteminin" kaldırılması oldu. Hatta, seçimlere çok az kala yapılan bir değişiklikle "ön seçim sisteminin" yasaklanması ile işe başlanmıştı. Daha sonra da, ön seçim sisteminin uygulanması da "partilerin uygulamalarına" bırakıldı.

Bunun üzerine, genel olarak, tüm partiler, adaylarını "demokratik sistemler" yerine, "merkez yoklaması" denilen yöntemlerle belirleme yoluna gittiler. Kamuoyu da bu yöntemi kanıksadı. O kadar ki, "daha demokratik" yöntemlerle adaylarını belirleyen bazı partilerde, (örneğin CHP devamı partilerde) meydana gelen çalkantılar, o partilerin zaafları gibi kabul edilmeye başlandı. Böylece en ufak demokratik alışkanlıklar dahi, yok olmaya başladı. Siyasal sistemimizdeki bu zaaf, bu "çocukluk hastalığı" artarak sürüyor. İnanılması güç birkaç örnek vereyim. MHP'de Meclis başkanlığına aday olmak isteyen milletvekilinin tartaklanması, bu adaylığın töreye aykırı olduğunun söylenmesi olayına ne dersiniz? DSP kongresinde, Bülent Ecevit'e karşı aday olmak isteyen Sema Pişkinsüt'ün başına neler gelmişti?

Son örnek de CHP'deki ihraçlar. Özellikle biri çok dikkatimi çekti. Ahmet Gülyüz Ketenci. Kendisini tanıtmak bile gereksiz. 1950'li yıllarda bu partiye üye olmuş. Koca bir ömrü, bir partide geçirmiş. Sonra, "siyasal lidere" karşı olduğu gerekçesi ile, "en ağır suçu" işlediği düşünülerek, bir kalemde ihraç edilmiş.

Bir partiden diğerine, fütursuzca geçenleri, "tek başına atamış" olanlar bir tarafta. Ömrünü vermiş ama liderine yeteri kadar bağlılık göstermediği düşünülenler dışarıda. Ne çocukluk hastalığıymış ama. Herkesi etkiliyor, her kurumu bozuyor. Türkiye'de demokratik sistemin işleyişini de tartışılmaz biçimde bozuyor. Bir çok başka örnek de var tabii. Hatta "çocukluk hastalığının" başka boyutları da var. Onları da diğer yazıda ele alalım.

DİĞER YENİ YAZILAR