Livaneli’yi anlatmak..

Hem de binlerce hayranının önüne çıkıp, üzerine dikilmiş binlerce çift gözün bakışları altında.. Boyumdan büyük işlere girmek adetim değildir lakin öyle bir emri vaki yaptılar ki kendimi Livaneli’nin sahnesinde buldum..

Haberin Devamı

Hem de binlerce hayranının önüne çıkıp, üzerine dikilmiş binlerce çift gözün bakışları altında.. Boyumdan büyük işlere girmek adetim değildir lakin öyle bir emri vaki yaptılar ki kendimi Livaneli’nin sahnesinde buldum..

Zülfü Livaneli sahneyi bırakmaya karar vermiş.. Zor bırakır.. Kreatif yeteneklerini yüzbinlerce kişi ile paylaşan insanlar bilir ki böyle kararları tek başına alamazsın..

Senin yerine seni seven insanlar karar alır.. Sen uyarsın.. Hem de paşa paşa..

Sen direnirsin.. “Söylemeyeceğim artık” dersin.. Sahnenin ışığından da renginden de uzak durursun..

Bir gün küçücük bir Yunan adasının salaş bir lokantasında dostlarınla yemek yerken, elinde uzisi ile bir adam gelir..

Dilimizi bilmez, adetimizi bilmez.. Ama Zülfü’nün şarkılarını bilir.. Uzisinden “Leylim Ley” nağmeleri dökülür..

Türk’ü, Yunan’ı şarkıya eşlik eder.. Yürekler kucaklaşır, gözler buğulanır.. İşte orası da “bıraktım” dediğin sahnendir..

***

Bu duygusal peşrevden sonra gelelim Zülfü’nün 35’inci yılını kutlama gecesine..

Günler öncesinden “Geliyorsun değil mi?” diye sorduğunda gözlerimi boşluğa dikmiştim.. “Eee! Tabii..” türünden anlaşılmaz, netliği olmayan sesler çıkararak..

Yıllardır beni tanıyan biri olarak ne zaman kıvıracağımı, ne zaman tembelleşeceğimi, havaileşeceğimi bilir..

“Değil mi?” sorusunun altını çizmesi bundan.. Daha beş gün önce aynı sesleri Zafer Mutlu’ya da çıkarmışım, Vatan’ın dördüncü yıl kutlama gecesini ekmişim..

Niye? Elimde zıpkın, iki sersem balığın peşinde gezineceğim de ondan..

İNSANA BENZEDİK
“Hele rüzgâr bir essin, harmanı nereye savuracağımız o zaman belli olur..” avareliği ruhuma işlemiş..

Önümüze program koydular mı ayağımızın geri geri gidip, yeri eşelememiz bundandır..

Son anda ayıldım.. Avareliğimden dolayı kendime kızdım.. Utandım.. Uçağa atladığım gibi yallah İstanbul..

Saç sakal karışmış, insanlıktan çıkmışız.. Doğru Berber Fuat’a.. Oğlan beni özel geceye yetiştirmek için önüne oturttu..

Ekin görmüş keçeye dönmüş saçlarımda didindi, uğraştı.. Sonunda beni insan içine çıkacak hale getirdi..

Kendimize, kavlimizce bir şekil yapıp konserin başlamasından tam yarım saat önce Kuruçeşme’deki Arena’ya kapağı attık..

Daha kapıda koca bir insan seli.. Kiminin elinde bileti var, kimi yumurtanın kapıya gelmesini beklemiş, bilet kuyruğunda..

Ben de kızımı koluma takmış, kalabalığı aşmaya çalışıyorum..

***

Kızım bir topuklu ayakkabı giymiş ki alamet.. Benden on santim kısadır, boyu o gece benimkini geçmiş..

Topuklar asma kat gibi tehlike yarattığından kaymamak için koluma asılıyor..

Evden çıkarken de söyledim.. “Ayakkabıların berbat” dedim, karşılık olarak modadan hiç anlamadığımıza dair bir brifing dinledik..

Anlaşılmayacak ne var ki? O ayakkabının benzerini bugüne kadar hiçbir katalog veya vitrinde görmemişim.. Sadece karikatürlerde giyiyorlar..

Bunda da yanılmışız.. Ne kadar genç kızla karşılaştıksa hepsi kızımın ayakkabılarına iltifat etti.. O da ayakkabılarına aldığı her iltifattan sonra dirseği ile boş böğrümü “Gördün mü?” mealinde dürtükledi..

Kız aklıdır, ben karışmam.. Hele nisa taifesi ile hiç tartışmam..

MÜTHİŞ KADRO
Kendimizi zor bela içeri attık.. Mekânı ben ilk kez görüyorum.. Çok büyük bir oturma bölümü var.. Ondan gerisi de ayakta duracaklara ayrılmış..

Bilmediğim bir yere girdim mi kendime özgü reflekslerim beni yönlendirir..

Tıpkı apartmana dalan sokak kedisi gibi.. Onlar da girdikleri dairenin mutfağını elleriyle koymuş gibi bulurlar..

Ben de kızımı oralarda bir yere bıraktım, biletini de eline verdim.. Meral Okay’ın koluna girip kulise daldım..

Yanılmamışım.. Yiyecek, içecek oradaydı..

Kulis dedimse aklınıza herhangi bir gösterinin kendi halindeki ortamı gelmesin..

Sezen Aksu’dan Nükhet Duru’ya, Nilüfer’den Ajda Pekkan’a, Özcan Deniz’den Yavuz Bingöl’e kadar herkes orada..

Zerrin Özer var, Ferhat Göçer var, Beyazıt Öztürk var.. Türkiye’nin büyük tenörlerinden Hakan Aysev dahi Zülfü Livaneli şarkılarını söylemek için gelmiş..

Klarnetin büyük ismi, müzik dünyasının son gözdelerinden Hüsnü Şenlendirici de orada..

Aylin Livaneli ile Sevingül Bahadır aile fonundan zaten sahne alacaklar..

Müzisyen kardeş Ferhat Livaneli de orkestranın içinden “artık ne tür bir enstrüman çalıyorsa” yorumculara yol gösterecek..

***

Geceyi de şair, yazar Sunay Akın yapacak.. Türk müziğinden veya sahnelerinden bir milli takım yapın deseler, asıl kadro bir kaç eksiğiyle budur..

Hepsi de işlerini güçlerini bırakıp Zülfü’nün özel gecesine koşmuşlar..

Benim gözüm müzik görecek durumda değildi.. Kasap dükkanının önündeki kedi gibi gözümü masaya dikmişim, yiyeceklere bakıyorum..

Onlar da sahne alacak insanlar için hazırlanmış şeyler.. Film setlerinin dekoru gibi..

Bakıyorum etrafa.. Kimse elini yiyeceklere uzatmıyor..

Gözünü dikmiş bakınan tek kişi benim.. Meral halimden anladı..

“Sana bir tabak hazırlayayım mı?” dedi..

YARI AÇ YARI TOK
Tabak, normal insanlara hazırlanan bir şey.. Benim gibi potansiyel açların hızını ancak küçük çapta yiyecek höyüğü çözer..

Nitekim Meral de bu modeli tabakta uygulamış, başarılı da olmuş..

Yaşar Kemal ile eşi Ayşe Hanım, ben tıkınırken geldiler kulise.. Yaşar ağabey gecenin açılış konuşmasını yapacakmış..

Tabağımı yönetmen Sırrı Önder’e emanet edip kendisini karşılamaya gittim.. Biz daha iki satır üst üste koyuyorduk ki kulis hareketlendi..

Sahne zamanı gelmiş..

Benim gözüm tabakta.. Sahneye koşturan Zülfü’ye “Aman bir kaç dakika oyalanın, şu tabağı bitireyim..” diye seslendim..

Galiba duymadı veya teklifim mantıklı gelmedi.. Tabağı orada terk etmek zorunda kaldım..

Yarın: Sahneye ilk adım..

DİĞER YENİ YAZILAR