Minibüs değil Anka kuşuydu

Üstüne çıktın mı götürürdü.. Dağdan odun getirirdi.. Kornası vardı dart dart öter, egzozundan duman tüter.. Namı yedi diyar, on dört iklimi alıp yürümüştü.. Keyfini sürmesine sürdüm ama yedi bitirdi beni..

Haberin Devamı

Takdim: Yazar, bir önceki risalesinde yaklaşık on yedi bin dolara satılan bir minibüsü nasıl 36 bin dolara aldığını anlatır..

Ayrıca minibüsü üzerinde yaptırdığı dekorasyon çalışması ile maliyeti kırk bir bin dolara çıkardığını da itiraf eder..

Altını çizmek istediği şey ailesinde "kazıklanma geni.." bulunduğu gerçeğidir..

Yazar özetle "devlet bana yardım etsin, bu genden kurtulayım.." demek istemektedir..

***

Minibüsüme dair aklımdaki son olumlu hatıralar onu gazetenin otoparkında "teşhir" ettiğim günlerden kalmadır..

Minibüsü, ana binanın giriş kapısına en yakın yerde konuşlandırmıştım.. Geleni geçeni kolundan yakaladığım gibi zorla minibüsün başına götürüyor, içini gösterdikten sonra:

"Nasıl olmuş ama?" sorusunu dayatıyordum..

O günlerde gazetenin yarısı benim "profesyonel yardım almam gerektiği" fikrindeydi.. Öbür yansı ise bu fikre "İş işten geçti.." deyip şiddetle karşı çıkıyordu..

Geç oldu ama..
Zoraki minibüs tanıtma etkinlikleri sırasında "Nasıl olmuş ama?" sorusuna kimsenin ters bir cevap vermemesi bundandır.. Hâl böyle olunca duruma uyanamadık..

İçime ilk kez kuşku düşmesi ise Bodrum'dan çıkıp Ertuğrul Özkök'ün yazlığına gittiğimiz güne denk gelir..

Zafer Mutlu, eşi Nüket Hanım ve Ercan Arıklı'dan oluşan heyetimizi konforlu bir seyahate ikna edip minibüse bindirdim..

Bu yolculuk sırasında minibüsün aslında ticari amaçlı olduğu, eşya taşımak üzere tasarlandığı ve insan nakline müsait olmadığı anlaşıldı..

Gerçi ben Ertuğul Özkök'ten de minibüsümün "harika" olduğuna dair bir onay cümlesi kopartmıştım ama hayat beni yanılttı..

Minibüs özellikle dönüşte mürettebatı perişan etti.. Arabada eşya yükü olmadığından kasa tekerlerin üzerine tam oturmuyordu..

Minibüs her kasise girdiğinde, her çukurdan çıktığında aracın arka tarafı tabir hoş görülürse "kıç atma" hareketi yapıyordu..

***

Nüket Hanım, yolculuğun sonuna doğru oturduğu en arka koltukta ağlamaya başladığında "mal sahibi olarak" bunu kadınca bir kapris diye değerlendirdim..

"Herhalde incik boncuk, fistan neyim istedi de Zafer Bey almıyor.." diye düşündüm..

Meğer minibüsün her "kıç atmasında" kızcağız yerinde fırlayıp başını tavana vuruyormuş..

Kasksız olmaz!
Bodrum'a döndük.. Nüket'in yolculuk sonunda ettiği "Bu arabaya bir daha binersem ne olayım?" cümlesi beni "mal sahibi olarak" biraz burdu..

Yine de olaya pragmatik yanaştım.. Kafamın bir köşesine iki önemli not düştüm.. Birincisi "Yolcuların rahatı için minibüste kask bulundur.." notuydu..

İkincisi ise "Bu kızı bir daha minibüsüne bindirme.. Kafası çok kıymetli olduğundan sorun çıkarıyor.." hatırlatmasıydı..

Kendi minibüsüme olan hayranlığım yıllarca sürdü.. Bu arada aracın içinde bulunan sabit çalışma masasını aydınlatan portatif masa lambası yerinden çıktı..

İstanbul'un ne kadar seçkin oto elektrikçisi varsa o lambayı eskisi gibi sabitlemek için mücadele verdi.. Hiçbiri başaramadı..

Artık her yolculukta, yuvasından çıkan lambanın sağa sola çarpmasından kaynaklanan sesi dinliyordum.. Bir sarkaç düzeneğinden çıkıyor gibiydi ve bana tek başıma yaptığım yolculuklarda huzur veriyordu..

***

Bir gün telefonum çaldı.. Karşımdaki ses kendini tanıttı..

CHP'nin eski Mersin İl Başkanı Bora Bey'di sesin sahibi.. Yazılarımdan minibüsün varlığını öğrenmiş.. Kendisinin de böyle bir alete ihtiyacı varmış.. Hayırlısı ile bizim minibüse talipmiş..

Bora Bey siyaseti bırakmış.. Bodrum Yalıkavak girişinde Mozart Cafe'yi işletiyor.. Tanışmak hem de minibüsü konuşmak için beni kafesine davet etti..

Asla satmam..
Gittim.. Tanıştık.. Eşi Figen Hanımefendi'nin "cheese cake" denilen harika pastalarından tattım.. Laf minibüse geldi.. Cevabım kesin oldu:

"Ben bu minibüsten ayrılamam.."

Bu minibüsten ayrılmak bir Van Gogh tablosundan ayrılmaktan zordu.. Minibüsü satmamıştım ama harika iki insan tanımıştım..

Bora ve eşi o kafeyi kapattı.. Daha doğrusu onu Yalıkavak Marina'nın içine taşıdı.. Eskisinden çok daha şık ve ferah bir mekân oldu.. Onları orada da gördüm..

Bora Bey benim minibüsün aynısından satın almış.. İçini de "benden esinlenerek" limuzin düzenine getirmiş.. Arabayı göstermeyi teklif etti..

Gittim gördüm..

Koltuklar ve iç döşeme baştan aşağı deri.. Çalışma masası çok şık.. Masa lambası sallanmıyor..

Buzdolabının kapağı kapanabildiğinden içindekini soğuk tutuyor.. Hepsinden önemlisi arka koltuk çek yat düzeninde..

Çektiğin zaman mükemmel bir yatak oluyor.. Araba bir anda limuzinden karavan düzenine geçiyor yani..

***

"Kaça mâloldu bunlar?" diye sordum.. Cevap kafama tokmak gibi indi.. Topu topu iki buçuk milyara.. O günün kuru ile bin altı yüz dolara..

Oysa ben çul çaputtan döşemesi dahil her şeyi beş bin dolara mâletmişim.. İşte o cevaptan sonra minibüsümden nefret ettim.. Arabadan kurtulmaya o anda karar verdim..

Başa dönersek, sahip olduğum "kazıklanma genleri" yapacağını yapmıştı..

Üstelik benim minibüsü beş bin dolara güzelleştiren zatın Alem dergisinin son sayısında nal gibi fotoğrafı vardı..

Sosyetenin bir davetinde elindeki viski kadehi ile Çırağan Sarayı'nın önünden akşam güneşinin batışını izliyordu..

Benim sersemce ödediğim paralar vesile oldu, demek istemiyorum ama sonuç olarak adam sosyeteye girmişti..

Sonunda minibüsü satıp, kurtuldum.. Yerine ikinci el bir cip aldım..

Yarın: Bir serseme nasıl cip satılır?

DİĞER YENİ YAZILAR