Tava sapı gibi dik durmanın dayanılmaz hafifliği..

Haberin Devamı

Tarih boynu bükükleri fazla sallamaz.. Arada bir yeri geldiğinde lafını eder ama cümlelerinin tüm kuvvetini, her türlü şerait altında dimdik durabilenlere verir..

Bu lafları etmek için tam da gününü bulduk.. Yüksek oktanlı fikirlerimizi ahaliye takdim etme işini “28 Şubat hareketi..” olarak remzedilen bir hareketin yıldönümüne denk getirdik..

O günden beri tartışıp duruyoruz..

28 Şubat bir darbe miydi? Darbe girişimi miydi? Yoksa “darbe..” ile “sert uyarı..” arasında gidip gelen “ara sıcak” türünden bir eylem mi?

Üzerine “mağduriyet edebiyatı” inşa edilen bu eylemin ne olduğunu ben de bilmiyorum..

***


Karmaşık bir operasyon olduğu kesin..

Erkek milletvekilleri ile tokalaşırken onların elini

“köfteleyerek” iktidarını uzatmaya çalışan bir kadın siyasetçinin hayrına mı plânlanmıştı acaba?

Yahut.. Kendisini “Mücahidin hareketinin başkomutanı..” sayan bir zata “Hööött!” mü denilmek istenmişti?

Bildiğimiz, Sincan’da üç beş tank yürüdü.. Medyanın darbelere kaşarlı köşecileri “Aman itidâl.. Mülayim olalım..” yazıları yazdı..

El altından haberler uçuruldu..

“El köfteleme zanaatkârı..” kadın siyasetçi, sivil başkomutanı fiştikledi..

El nihayet! Hükümet kaçtı.. Sonun başlangıcı..

Yeni dalga..

Dünkü gazetelerin baş köşesinde, televizyonların birinciye gelen haberleri arasında tutuklanan komutanlar vardı..

Operasyonlara “Son 28 Şubat dalgası..” diye fiyakalı bir de isim bulundu..

Yeni isim manşet olarak çok yakışıklı durdu..

Fotoğraflara baktık.. Sincan’da tankları yürüten komutan ki “ferik” rütbesindedir, adliye koridorlarında yürürken görüntülenmiş..

Ve sorgusunda “Laf sırası Sincan’da yürüyen tanklara..” gelince savunmasını yapmış..

“O tankların bakım zamanı gelmişti, o yüzden dışarı çıkarmıştık..”

Tercümesi şu..

Tankların bakımını yaptırmak için sanayide usta aramaya çıkmışlar..

Elli yıl sonra, yüz yıl sonra insanlar bunları birilerinin hatıraları arasında okuduklarında çok gülecekler..

Tıpkı 12 Mart döneminde “örgüt üyesi” olarak gözaltına alınan bir profesörün savunmasına güldükleri gibi..

O zat da bir evdeki gizli toplantıda neler konuştukları sorulduğunda benzer bir savunma yapmıştı..

“Efendim, üstünüze afiyet bağırsaklarım rahatsızdı.. Sık sık tuvalete çıkmak zorunda kaldığımdan..”

Bunun da tercümesi şöyle:

“Vaktimin çoğu kenefte geçtiğinden konuşmaların başını sonunu dinlemedim.. Eğer bir gizli örgüte girmişsem de bilmeden girmişimdir..”

***


27 Mayıs sonrası Yassıada’yı gördük..

Yargılanan yüzlerce insan, yıllar sonra özgürlüklerine kavuştuklarında anılarını yayınladılar.. Kimi siyasete devam etti.. Bir de baktık ki her biri birer “siyaset kabadayısı..” olmuş..

Oysa Yassıada duruşmalarında “dik duran” insan sayısı bir elin parmağını geçmezdi..

Misal, üçüncü Cumhurbaşkanı, geçmişi için “Ben komitacılıktan gelmeyim..” diye övünen Celâl Bayar o dik duranlardan biriydi..

Biz seyirciyiz

Celâl Bayar ne mahkemeyi salladı ne de hakkında idam istenmesini.. Terbiyesini bozmadan belli bir üslûpla mahkeme komedisine direndi..

Başbakanı Menderes ise en boynu bükükten daha boynu bükük bir mazlumdu..

“Reis beyefendi hazretleri..” diye başlayan konuşmalarındaki titreyen sesi, radyo yayını üzerinden duruşmaları izleyenleri kahredip durdu..

Sonunda “dik durana” ilişmediler, “sesi titreyeni” acımayıp astılar..

Tarih bu günleri de yazacak.. Yazarken de tarihi figürlerin olaylar içindeki “insani hâllerine..” ayrıca bakacak..

Biz duruşmalarda ağlayanları da gördük, sözünü sakınmayanları da.. Birbirlerine sorumluluk atanı da gördük.. Emri altındakileri ihbar edenleri de..

“Tankları bakım için dışarı çıkarmıştık..” diyeni, tespihin son boncuğu oldu..

Sokaktaki adam paşaların bu hâllerine not veriyordur.. Kendi kendine “Az yaşa çok yaşa, her albay olmaz paşa..” diye söyleniyordur..

***


İğneyi önce kendine batıracaksın.. Bu “dik durma..” meselesi biz medya leşkerleri için de geçerlidir.. Bel ağrısı başladı mı gitme zamanı gelmiştir..

Biz bu köşeye “Âlemin gidişine ben ağlasam da tasvirim güler..” lafıyla girmiştik..

Aradan geçen yıllar içinde yaşanan sosyal travmalar, o eski fotoğraftaki gülümsememizi silip götürdü.. Köşemiz daha ağırbaşlı bir fotoğrafla temsil edilir oldu..

Ama içimiz hep gülüyordu.. Bundan sonra da gülecek..

İşte geldik gidiyoruz.. Şen olasın Vatan okuru ..

Sen de her zaman gül e mi?

DİĞER YENİ YAZILAR