Bursa’nın orta yerinde bir garip turist olmak!

Haberin Devamı

Tarihe meraklı değilseniz, geçmişe dair en küçük bir merak veya ilgi duymuyorsanız “Bursa’da yerli turist olmanın” bünyeye zararı yok.. Yok eğer tam tersiyse.. İşte o zaman seni büyük bir azap bekliyor.. Kaçacak yer yok..

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Manevi çehresi gelecek zamanlar içinde hiçbir şekilde değişmeyecek şekilde tescil edilmiş şehir..” diye tarif ettiği Bursa’nın içindeyiz ve nereye gideceğini bilemeyen dört yerli turistiz..

Başımızı nereye çevirsek grinin elli tonunda yığma beton binalar görüyoruz..

Çoğu apartman..

Her iki yakası doğal otopark gibi kullanılan caddelerin üstüne sıralanmış bu beton binaların yüzleri birbirlerine dönük..

Şehrin orijinal dokusunu yok etme işinde birbirlerine “yardım ve yataklık” yaptıkları için bu beton binaların cümlesi suskun..

Başları öne eğilmiş sanki.. Söyleyecek sözleri olmadığından birbirlerinden gözlerini kaçırıyorlarmış gibiler..

***


O avare şaşkınlığın içinde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Bursa hakkında söyledikleri geçiyor aklımdan..

“Tarih bu şehre damgasını o kadar kuvvetle basmıştır ki kendi ritmi ve özel zevki her adımda karşınıza çıkar.. Bir türbe, bir cami, bir mezar taşı, bir çeşme, bir han, bir çınar..”

Ve ben “Hani nerede?” diye bakınıyorum..

Gördüğüm şey, iki milyon insanı nasıl istifleyeceğim diye düşünürken bu “beton çözümü” bulmuş bir şehir..

Birbirlerine kabadayılık yaparak, caddelerinde yol bulmaya çalışan otomobiller..

Yaşadıkları şehrin zaman içindeki anlamından, derinliğinden habersiz oradan oraya koşturan kalabalıklar..

YEŞİL TÜRBE

Arkeolog ve tarihçi olan Hanımefendi’nin sinirleri henüz sağlam.. Ayrıca yıllarca turizm sektöründe çalışmış.. Böyle kıyım manzaralarına karşı metanetli..

Oradan gelen pratikliği ile “Yeşil Cami’den başlayalım..” diyor.. İtiraz etmeden takılıyoruz peşine..

Bir eyyam yürüyüp, bir sürü yokuş çıkıp, daracık yollara maharetle park edilmiş otomobil zincirlerinin arasından süzülüp Yeşil semtine ulaşıyoruz..

Aha Yeşil Cami göründü.. Araya giren asfalt yolun öte yakasında da Yeşil Türbe var..

Türbeden başlayacağız..

Sessizce yürüyüp türbenin kapısına kadar geliyoruz.. Burada Osmanlı’yı “Fetret Devri’nden..” çıkaran beşinci padişah Sultan Çelebi Mehmet Han yatıyor..

Moğol bozgunundan sonra kardeşleriyle savaşa savaşa, yenile yene tahtı hak etmiş..

Her ölümlü gibi tahtı cebine koyup götüremediğinden geride bırakmış.. Türbenin içinde, beyaz mermerden bir sandukanın kim bilir kaç metre altında sessizce yatıyor..

Huzurlu mu acaba? Elinde kardeşlerinin, yeğenlerinin kanı yokmuş gibi mermerin beyazlığında en masumdan daha masumane görüntülü bir huzur..

Kızları Selçuk Sultan, Ayşe Sultan, Hafsa Sultan, Sitti Sultan ile çocuklarının süt anneleri Daye Hatun hemen dizinin dibindeler..

Oğulları Mahmut ile Mustafa ise süt annenin sandukasının manevi alanına emanet edilmiş..

Türbenin girişinde veya çıkışında Çelebi Mehmet dönemini anlatan ne minyatürle bezeli bir pano var.. Ne çocuklarının nasıl yaşadığına, nasıl öldüklerine dair bir not..

“Turistin meraklısı bizi ilgilendirmez..” soğukkanlılığının resmi yüzüdür bu kayıtsızlık..

***


Yapanlar türbenin ötesine adını yeşilden alan bir imaret ile bir de hamam inşa etmişler.. Hamamın görevi külliyeye gelir getirmek..

İmaretin görevi de toplanan akçaları bedava dağıtmak..

Bir de Yeşil Medresesi var külliyenin ki 1975’ten beri “Türk İslam Eserleri Müzesi” olarak hizmet veriyor..

Tanpınar’a göre ölümün zihnimizdeki anlamını değiştiren Yeşil Türbe “Ben hayatın susan ve değişmeyen kardeşiyim.. Yaşayanların alnına bir sükûnet çelengi gibi uzanırım..” diye konuşuyor..

Çevrenin etkisinden olacak biz böyle hissetmedik..

Türbeyi tavaf ettikten sonra camiye doğru hareketleniyoruz.. Caminin dış cephesi yeşil değil de sanki turkuvaz..

İçindeki çinilerin de aynı tonda olduğunu sonradan göreceğiz..

VE YEŞİL CAMİ..

Caminin Çelebi Mehmet’in emriyle 1419’da başlanan inşaatı 1424’te tamamlanmış ama sultan bittiğini görmemiş.. O mutluluk İkinci Murat’a nasip olmuş..

Kapısındaki Arapça kitabeye göre eserin mimarı Hacı İvaz Paşa.. (Hacı İvaz bin Ahi Beyazıt) Tezyin yani süsleme işini de Nakkaş Ali yapmış.. Benzersiz çinileri ise devrin ustalarından Mecnun Mehmet’in eseri.. (Kime lazım ki anlatıyorum bunları?)

Minarelerindeki yeşil süslemeler yüzünde caminin adı böyle tescil edilmiş belleğimize..

Lakin 1855’deki deprem o minareleri yok edince geriye efsanesi kalmış..

Fransız düşünür ve yazar Andre Gide için Yeşil Cami‘yi en iyi anlayan insan odur, derler..

Andre Gide de bu eser için “Olgunlaşmış insan zekâsının en sağlıklı ürünü..” diye yazar..

Biz caminin kapısına doğru yürürken yanımızdan geçen dörtlü grubun bundan haberi yok tabii..

Grubun lideri, Alfa erkeği, arkasından seyiren kadınlara “Buraya yazın sık sık gelmeli..” diye bilgiççe akıl verip, ekliyor..

“Bu çimenlere yatıp bir güzel uyuyacaksın..”

İyi! Uyanınca belki mangal da yaparsınız..

***


Bizim vatandaşın Andre Gide’den ayrıldığı nokta bu..

Andre Gide burasını zekânın ulaştığı en yüksek nokta diye tarif ederken, vatandaşımız bahçenin şekline göre değerlendirip piknik alanı olarak görüyor..

Caminin mihrabı on bir metre yüksekliğinde..

Çinileri, mermer işçiliği, ahşap oymaları, zarif minare ve hat süslemeleri benzersiz..

Yine Tanpınar’a göre İstanbul’un selatin camilerinden Süleymaniye ve Sultanahmet’tekinden daha üstün bir tarafı var..

O da kapısından girene verdiği benzersiz huzur..

Camiden çıktık..

Sırada Muradiye Külliyesi var.. Onu haftaya anlatacağım..

Şimdilik yeniden modernleştirilmiş (!) şehrin çirkinliğine karışmış, yürüyoruz..

DİĞER YENİ YAZILAR