Ecdadın öylesi de var, Mustafa Âli gibisi de..

Haberin Devamı

Durduk yere içine düştüğümüz “ecdat tartışmalarının” göbeğindeyiz.. Kimin aklına uyacağımızı bilemiyoruz.. Neden derseniz, ecdat dediklerinde akıl başka, fikir başka, amel başka başkaydı.. Gelibolulu Mustafa Âli’ninki gibi..

Mânâsız yere başlatılan “Muhteşem Yüzyıl” tartışması bizi alıp başka yerlere götürdü..

Bence balta burada taşa vuruldu.. Gazete köşelerinde dillendirilen itirazdan çok, bu lafları kürsüden duyan ahalinin verdiği tepki önemlidir..

“Bizim tanıdığımız Kanuni bu değildir..” demiş.. “Bu diziyi kınıyorum..” demiş..

Ahali boş boş bakmış..

Alkış yok, ıslık yok.. İtiraz da yok.. Bana en enteresan gelen şey işin burası..

“Seyrek Bıyıklı Asabi Şahsiyetin..” yıldırdığı muhalifler eteklerindeki taşları döküyor..

***


Beklenen şeyler.. Gazetelerden biri, güzel bir fikr-i takip icraatı yaptı.. Birinci sayfasında yer verdiği tartışma haberlerinin altında iki harita yayınladı..

Birincisi, Kanuni’nin yönettiği üç kıtaya yayılmış toprakların haritası..

İkincisi de “Muhteşem Yüzyıl” dizisindeki Kanuni’yi seyreden insanların dağıldığı coğrafyaların haritası..

Seyircinin üç kıtadaki haritası, birinci haritayı ikiye, belki de üçe katlıyor..

Buyurun buradan yakın!

Haydi bizimkiler “tarih şuursuzu” olduğundan atalarımızı bir tuhaf gösteren diziye reyting desteği verip, yardım ve yataklık yapıyorlar diyelim..

İkinci kategoriye giren dışarıdaki seyircinin açıklaması ne? Dışarıdan “iç hâllerimize..” müdahale..

ZIRVANIN KEYFİ

Konu “zırvalamaya” müsait olduğundan, lafı uzatıp tadını çıkarıyoruz..

Ancak bu kadar zırvanın içinde “kim vurduya giden” konulara dair doğru laf eden akil adamlar da var.. Hem geçmişte hem de bugün..

Onları da dinlemek lazım..

Kim vurduya giden konulardan biri, önceki haftaların reyting şampiyonu Çamlıca Camii oldu.. Taksim’deki Topçu Kışlası da bir eyyam tartışıldı ama öne çıkamadı.. Dizi reytingi karşısında tutunamadılar..

“Biz Kanuni’yi böyle bilmiyoruz..” söylemini genişletirsek altından “Biz Osmanlı’yı da böyle bilmiyoruz..” formülü çıkar..

Açalım konuyu..

Kanuni de iktidarı sırasında “büyük yapılar yapmaya” çok meraklı bir şahsiyet..

Bir cami yaptırayım, en büyüğü olsun.. Bir kervansaray yaptırayım, benzeri olmasın.. Bir su kemeri inşa ettireyim ki herkes dilini yutsun..

İddiası hep bu.. Sürekli çatıştığı kişi de Mimar Sinan.. İşine yaptığı müdahalelerle koca mimarı dahi yıldırmış.. Ancak sonunda hep koca mimarın dediğine gelinmiş..

O devrin büyük projeleri “muhalefete” de sebep olmuş..

Kimileri Kanuni’nin bunları gösteriş için yaptırdığına inanmışlar.. Bunlardan biri de devrin önemli şair ve bürokratlarından Gelibolulu Mustafa Âli..

1541 yılında doğan, aslında mühtedi olan (İslamiyete sonradan geçmiş..) Mustafa Âli hem Sarı Selim’e hem Üçüncü Murat’a hizmet etmiş biri..

Kanuni devrini de görmüş.. Bizim Çamlıca Camii fikrini andıran, ihtiyaçla ilgisi olmayan gösteriş projelerine muhalif olmuş..

Bakın o Gelibolulu Mustafa Âli büyük camiler için ne diyor:

“Mamur payitahtta (başkentte) mescitler ve camiler bina etmek ve meşhur devlet merkezlerinde hangâhlar (Devasa hanlar) ve medreseler inşa etmek, sevap kazanmak için yapılan hayır işlerinden değildir..”

Gösteriş niyetinin altını bir güzel çizmiş mi? Çizmiş.. Devam edelim..

“Her akıllı ve bilgili insana malûmdur ki bunlar lider olmak, şan ve şöhret kazanmak için yapılan hayır işleridir.. Binlerce köy ve kasabalar vardır ki sakinleri hangâh ve mescitlere ihtiyaç duyarlar.. Ve insanların gelip geçtiği ıssız güzergâhlarda nice köyler vardır ki halkı ve misafirleri imaret aşına muhtaç, aç ve biilaçtırlar..”

EĞRİSİ DOĞRUSU

Gelibolulu Mustafa Âli, birilerinin alâyiş tespitini birilerinin de çaresizliğini böylece anlattıktan sonra çözümün tarifini de veriyor..

“Hayır işlerine hevesli kişilerin bu yerleri araştırarak bulup, imaret ve mescitleri oraya bina etmeleri münasiptir..”

Bu bilgi nereden mi sekip geldi önümüze.. Boğaziçi Üniversitesi’nin değerli hocalarından Profesör Dr. Gülru Necipoğlu hanımefendinin Mimar Sinan hakkında vaktiyle verdiği bir konferanstan..

Şair Gelibolulu Mustafa Âli, hiç çekinmeden devrin padişahlarına diyeceğini diyor..

“Riya ve şöhret için hayrat yapanlar elbette payitaht olan şehirlerde nam kazanmaya taliptirler..”

Ayıkla pirincin taşını..

Lafın başı, hallerini başka türlü bildiğimiz ecdat Kanuni’ye gidiyor.. Gerisi de İkinci Selim ile Üçüncü Murat’ın payına düşüyor..

Diyor ki şair..

“Siz hayır yapmıyor, fiyaka yapıyorsunuz..”

Peki bu tespitleri yapan Gelibolulu Mustafa Âli’nin başına ne gelmiş acaba?

Keykâvus’un “Kâbusnamesi” gibi padişahlara sunduğu nasihat niteliğindeki çalışmalarında lafını esirgemiyordu ya!

Kanuni coğrafyasının Arap illerinde memur olarak süründükçe sürünmüş..

Padişahlara ve şehzadelerine “divan kâtibi” olarak hizmet verdiği ve korumak istediği İstanbul’a bir daha geri dönmemecesine..

Cidde’de lafını esirgemez bir muhalif olarak ölüp gitmiş ki mezarının yeri dahi bilinmez..

***


Buyrun beyler!

Ecdat böyle söylüyor.. Biz Gelibolulu Mustafa Âli’nin “riya ve şöhret hevesini” yüzümüze vuran dört yüz küsur senelik lafları üzerine hâlâ kafamızın dikine gitmekte ısrarlıyız..

Gerçeğin reytingi her daim düşük olur..

Alâyişin, palavranın, iddianın reytingleri de hep yüksektir.. “Muhteşem Yüzyıl” dizisi de ikinci kategoriye girer..

O diziye kızıp durmaktansa, dizinin set dışı aktörlerinden biri olmamaya bakmalı..

Son lafım da “ecdattan..” yani eskiyi dilinden düşürmeyenlere..

Sakın ola ki eskiden medet ummasınlar.. “Eski dediğin un çuvalı gibidir, vurdukça tozar..” Kaşın gözün bembeyaz kalırsın..

DİĞER YENİ YAZILAR